Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân
Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
Meliha YILDIRAN SARIKAYA*
Özet
Şerh edebiyatı, dinî tasavvufî Türk edebiyatı ürünleri arasında mühim bir yer
tutmaktadır. En çok şerh edilen metinler, hususi bir dil ile söylenen ve şathiye
olarak isimlendirilen şiirlerdir. XV. asrın mühim sûfî şâirlerinden olan Eşrefoğlu
Rûmî’nin “Kasîde-i Hayrân” ismiyle tanınan şiiri de bir şathiyedir. Bu zamana
kadar Abdullah Salâhî-i Uşşâkî tarafından şerh edildiğini bildiğimiz bu şiirin
başka şârihleri de olduğu tespit edilmiş, fakat sadece bir şerh metnine ulaşılmıştır.
Bu makale Eşrefoğlu’nun şiirine şerh yazan müellifin kim olduğu sorusuna
cevap aramaktadır.
Anahtar kelimeler: Eşrefoğlu, Kasîde-i Hayrân, Salâhî, Şathiye, Şerh.
One Commentary Four Commentators: Commentaries of Eshrefoglu Rumi’s
Qasîde-i Hayrân and the Question of the Authorship of these Commentaries
Abstract
Commentary (sharh) literature has a significant place in the Turkish religiousmystic
literature. The most interpreted texts are the ones called shathiyyah,
which are written based on a special style. “Qaside-i Hayran” written by Eshrefoglu
Rumi, one of the most prominent Sufi poets of XVth century, is a shathiyyah.
It has been known that there were other commentaries written about this
poem which was known as glossed by Abdullah Salahî, however so far only one
of those commentaries has been discovered. This article searches for answer to
the question of the identity of sole commentator of Eshrefoglu’s poem.
Key words: Eshrefoglu, Qasīde-i Hayrān, Salāhī, Shathiyyah, Commentary
(sharh).
Giriş
Edebî metinleri şerh etme geleneği, klasik şerh-i mütûn çerçevesini biraz
zorlayan bir çizgiye taşınarak da olsa günümüze kadar devam etmiştir.
Esâsen İslâm te’lif geleneğinde kendi başına bir tür olan şerh, herhangi bir
saha içinde temsil kudreti yüksek olan temel metinleri, daha anlaşılır hâle
getirmek maksadına hizmet eder. Mühim bir kısmı medreselerde ders ismi
* Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (melihasarikaya@gmail.com)
2
Meliha YILDIRAN SARIKAYA
de olan mantık, belâgat, kelâm, felsefe gibi ilimlere dair eserlerin şerh edilmesi,
yüzyıllar boyunca devam eden köklü bir geleneğin ürünüdür.1
Ancak
öncesine nazaran son iki asırda şerh, hâşiye, ta’lîk, telhîs ve zeyl yazmak,
neredeyse hükmünü ve devrini tamamlamış te’lif tarzları olarak telâkki
edilmeye başlanmıştır.2
Şerhlerle birlikte, bir metni ikmâl etmek, kısaltmak
veya genişletmek maksadıyla kaleme alınan diğer tamamlayıcı yazma biçimleri,
süreç içerisinde ait oldukları alana orijinal katkı sağlamayan metinler
olarak görülmeye başlanmış ve dolayısıyla ciddî bir itibar kaybına uğramış-
lardır. Bir taraftan şârihler, okuyucuyu kendi kavrayışları istikametine çekerek
tefekkür cehdini azaltmakla suçlanırken diğer yandan şerhler, orijinal
eserden istifâdeyi kolaylaştıran metinler olmaktan ziyâde, okuyucu ile eser
arasında bir engel şeklinde mütâlâa edilir olmuştur. Kısacası şerh literatü-
rüne karşı özellikle felsefe ve dinî ilimler sahasında daha görünür hâle gelen
tezyîf edici bir tutum gelişmiştir. Oysa bu tavır aynı zamanda asırların getirdiği
tecrübe ve müktesebâtın aktarımıyla hâsıl olan muazzam entelektüel
mîrasın ve devamlılık fikrinin de reddi anlamına gelmektedir.
Geçen süre zarfında giderek ağırlık kazanan ve taraftar toplayan şerh
karşıtı yaklaşımın, edebiyat sahasında kayda değer bir te’siri olmadığı
söylenebilir. Edebî metinleri şerh geleneği ciddî bir inkıtâa uğramadan
geçmişten günümüze, özellikle eski edebiyat alanındaki akademik çalış-
malarda, tabîî bir seyir göstererek devam etmiştir.3
Yalnız son dönemde
alan terminolojisine bazı ilâveler yapılmış, meselâ şerh yerine, yapılan çalışmanın
metot açısından farklılığına işâret etmek üzere, “tahlil” kelimesi
1 İsmail Kara, şerh ve haşiye geleneğinin medreselerdeki eğitim-öğretim tarzıyla ve hatta ilim
siyâsetiyle birebir bağlantılı olduğunu söyledikten sonra konuyu örnekler etrafında tartış-
maktadır. Ayrıntılı bilgi için bk. İsmail Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz, İstanbul: Dergah
Yay., 2011, s. 28-52.
2 Şerh vb. diğer te’lif türlerinin modernleşme döneminde itibar kaybetmesi süreci, başta “kaynaklara
dönüş” hareketi ve buna paralel olarak özellikle oryantalistler tarafından maksatlı
ortaya konan “özgünlük” meselesi ile irtibatlandırılmaktadır. Bk. İsmail Kara, age, s. 82-83,
96-99.
3 M. A. Yekta Saraç, metin şerhi geleneği tarihini konu ettiği bir yazısında, günümüzde edebî
metinlerin şerhi husûsunda henüz çerçevesi belirlenmiş bir yöntem olmadığını, farklı denemelerin
ve tabiatıyla arayışların devam ettiğini söylemektedir. Bk. Saraç, “Şerhler”, Türk
Edebiyatı Tarihi (ed. Talât Sait Halman vd.), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2007, II,
121-132. Dünden bugüne şerh geleneği ve metin çözümlemede kullanılan modern metotlar
hakkında ayrıntılı bir tasnif ve değerlendirme yapan Rafiye Duru, “Son dönemde yapılan
çalışmaların büyük ölçüde gelenek temelli olduğu” tespitinde bulunmaktadır. Bk. Modern
Metin Çözümleme Teknikleri Bakımından Şerh Geleneği ve İsmail Hakkı Bursevî (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007, s. 73.
3
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
kullanılmaya başlanmıştır. Tahlil ise şiir söz konusu olduğunda bir tek şiirden
ziyâde, meselâ bir şâirin top yekûn dîvânı veya hacimli bir mesnevîsi
üzerinde belli bir çerçeve dâhilinde yapılan incelemedir.4
Bununla birlikte
“şerh” kelimesi, edebî metinler üzerine yapılan çalışmalarda eski yerini ve
tabiatıyla mâhiyetini korumaktadır.5
Edebiyat sahasında şerhe duyulan ihtiyaç, başlangıçta dil engeli ile
alâkalı gibi görünmekle birlikte şüphesiz bundan ibaret değildir. Bilindiği
üzere İslâmî dönem Türk edebiyatının ilk devresinde İranlı şâirlerin te’siri
büyüktür. İslâmî İran edebiyatının klasikleri, başta Hâfız Dîvânı, Bostan ve
Gülistan olmak üzere tercüme ve şerh yoluyla dilimize kazandırılmıştır.6
Zamanla söz konusu eserlerin Türkçe şerhleri, metne nüfûz bakımından
öyle bir rağbet ve değer bulmuştur ki bu şerhlerden bir kısmı, metinlerin
orijinal diline bile çevrilmiştir.7
Gerçekten de bir eserin yabancı dildeki
4 Saraç, yeni kazandığı anlam ile tahlil terimini, şerhin bir sonraki safhası olarak tanımlamaktadır.
Bk. “Divan Tahlillerine Dair”, İlmî Araştırmalar, sayı: 8, 1999, s. 209.
5 Sayısız örneği olan şerh başlıklı ve konulu çalışmalardan birkaç tanesini hatırlatmak gerekirse
şu isimler verilebilir: Ali Alparslan, “Gazel Şerhi Örnekleri”, Türk Dili, sayı: 415-417, 1986,
s. 248-259; Haluk İpekten, “Gazel Şerhi Örnekleri”, Türk Dili, sayı: 415-417, 1986, s. 260-
290; Cihan Okuyucu, “Gazel Şerhi Örnekleri I”, Erciyes Üniversitesi SBE Dergisi, sayı: 4, 1990,
s. 467-482; Cengiz Gündoğdu, “Mevlânâ’nın Şathiye Türünde Yazdığı Bir Gazelinin Şerhi:
Şerh-i Ebyât-ı Celâleddîn-i Rûmî”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, III, sayı: 8,
2002, s. 27-46. Metin şerhi geleneği, akademik çalışmalarla devam ederken diğer yandan bu
yayınlar da ayrıca metotlarının mukayeseleri açısından yeni ilmî çalışmalara konu olmaktadır.
Meselâ, Rıdvan Canım, “Metin Şerhi Geleneğimiz Çerçevesinde Tarlan ve İpekten’in
Kaleminden Fuzûlî’nin ‘Sana’ Redifli Gazeli”, Fuzûlî Kitabı: 500. Yılında Fuzûlî Sempozyumu
Bildirileri, haz. Beşir Ayvazoğlu, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire
Başkanlığı, 1996, s. 129-140; Turgut Koçoğlu, “Nâbî’nin ‘Gelür Gider’ Redifli Bir Gazeline
Walter G. Andrews ve İskender Pala Tarafından Yapılan İki Şerhin Metot Açısından Mukayesesi”,
Turkish Studies, II/3, 2007, s. 376-386.
6 Bu tür şerhlerin başlangıçtan itibaren edebî ve tasavvufî metin şerhleri olmak üzere iki koldan
devam ettiği söylenebilir. Arap ve Fars edebiyatı klasikleri üzerine yazılan Türkçe şerhlerin bir
listesi için bk. Ozan Yılmaz, “Klâsik Şerh Edebiyatı Literatürü”, TALİD, V/9, 2007, s. 278-296.
Ayrıca İstanbul kütüphânelerinde bulunan Türkçe şerhlerin bir listesi için bk. Ömür Ceylan,
Tasavvufî Şiir Şerhleri, İstanbul: Kitabevi Yay., 2000, s. 25-33. Bu tespitlere göre en çok şerh
edilen müstakil eserlerin başında, Fıkh-ı Ekber, Fusûsu’l-Hikem, Mesnevî-i Mânevî, Gülşen-i Râz,
Bostân, Gülistân, Bahâristân gelmektedir. Şerhe konu olan şiirler arasında ilk sıra Kasîde-i Bürde
ve Kasîde-i Bür’e’nindir. Ayrıca Kasîde-i Münferice, Kasîde-i Tâiyye, Kasîde-i Mîmiyye ile
Hz. Mevlânâ ve Urfî’nin şiirlerinin de çok sayıda şerhi yapılmıştır. Yine şiirleri en çok şerh
edilen şâirler arasında, Mevlânâ, Hâfız, Urfî ve İbn Fârız başta gelmektedir.
7 Meselâ, Ahmed Sûdî Bosnevî, Şerh-i Sûdî ber Hâfız, trc. İsmet Settarzâde, I-III, yy., 1968;
Dede İsmail Ankaravî, Şerh-i Kebîr-i Ankaravî ber Mesnevî-yi Ma’nevî-yi Mevlevî, trc. İsmet
Settarzâde, I-III, Tahran 1970; Ahmed Sûdî Bosnevî, Şerh-i Sûdî ber Bostân-ı Sa’dî, trc. Ekber
Behruz, Tebriz 1973; Ahmed Sûdî Bosnevî, Şerh-i Sûdî ber Gülistân-ı Sa’dî, trc. Ali Ekber
Kâzımî, Zeynelâbidîn Çavuşî, Tahran 1970.
4
Meliha YILDIRAN SARIKAYA
şerhine, söz konusu edebî eseri anadilinde okuyup anlayanların ihtiyaç
duyması mühim bir meseledir. Türk edebiyatı, özellikle “mânâ dili” olarak
nitelenen tasavvufî edebiyat alanında kendi şâirlerini yetiştirmeye baş-
ladıktan sonra, edebî metin şerhleri sadece yabancı dilde, yâni Farsça ve
Arapça yazılmış eserlerle sınırlı kalmayıp okunduğunda anlaşılabilmesi,
lisan dışında, metnin referanslarına vâkıf olmayı gerektiren Türkçe edebî
metinler için de gerekli bir te’lif sahası haline gelmiştir.
Türk edebiyatında müstakil eserlere yazılan şerhler8
dışında, tek tek
bazı şiirlere yazılan şerhler de hayli yekûn tutmaktadır. Bu durum biraz da
bizim edebiyâtımızın yapısı ve muhtevâsı ile alâkalıdır. Eski edebiyatımı-
zın ağırlık noktası nazım olup şiir denildiğinde çok defa gazel kastedilir.9
Farklı anlamalara özellikle müsâit bir dil ile söylenen gazeller, zor intikal
edilen şiirlerdir. Bu şiirlerin sunduğu dünyâya dâhil olabilmek için ilm-i
arûz, ilm-i kavâfî, eşkâl-i nazm gibi tamamlayıcı alanlara10 dair mâlumat
sahibi olmak ve şiirlerde sık işlenen konulara, telmîhlerle işâret edilen
belli başlı hikâyelere ve bu hikâyelerin kahramanlarına dair kâfî miktarda
bilgi sâhibi olmak gerekmektedir. Bunlara ilâve olarak belli başlı edebî sanatlar
hakkında yeterli fikir ve zevk sahibi olmak da lâzımdır. Bütün bu ön
hazırlığa ek olarak şiir diline ve özellikle eski şiirin mânâ boyutunu teşkil
eden irfânî bilgiye âşinâ olmak lâzımdır. Ayrıca bilindiği üzere tasavvufî
şiirlerden bir kısmı daha husûsî bir dille, hakîkatleri ehil olmayanların nazarlarından
gizlemek maksadına binâen örtülü şekilde söylenmiştir. İşte
bu kabil şiirlerde şerhe duyulan ihtiyaç, zarûret hâline gelmektedir.
Şerh edilmek için seçilen şiirlerin bazı müşterek vasıflarından bahsedilebilir.
Meselâ bu şiirler ekseriyetle dinî-tasavvufî muhtevâlı ve emsalleri
arasında öne çıkan manzûmelerdir. Genellikle doğrudan şiirle alâkalı
olmayan bazı ilimlere dair incelikler, herkesin kolayca vâkıf olamayacağı
8 Burada Bursevî’nin Ferahu’r-Ruh (I-II, İstanbul: Hacı Muharrem Efendi Matbaası, 1294) adlı
Muhammediyye şerhi, Vassâf’ın Gülzâr-ı Aşk (haz. Mustafa Tatcı, Musa Yıldız, Kaplan Üstü-
ner, İstanbul: Dergah Yay., 2006) adını verdiği Vesîletü’n-Necât şerhi ile Cabbarzâde Mehmed
Ârif Bey’in İzâhü’l-Merâm alâ Vilâdeti Seyyidi’l-Enâm adlı Mevlid Şerhi (haz. Ozan Yılmaz, İstanbul:
Kurtuba Kitap, 2011) akla ilk gelen örneklerdendir.
9 Haluk İpekten, “Gazel Şerhi Örnekleri II”, Türk Dili, sayı: 415-417, 1986, s. 261-262.
10 İlmu’l-beyân, ilmu’l-bedî’, ilmu’l-arûz, ilmu’l-kavâfî, ilmu karzi’ş-şi’r, ilmu mebâdîi’ş-şi’r,
ilmu’l-muhâdara, ilmu’d-devâvîn gibi şiirle ilgili ilimlerin bir kısmı için bk. Süleyman Çaldak,
“Taşköprülüzâde’nin Mevzûâtu’l-Ulûm’undaki İlimler Tasnîfi Üzerine”, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, XV, sayı: 2, 2005, s. 120-122.
5
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
sırlar içermektedirler.11 Diğer taraftan bu ve benzeri evsâfa sahip olan şiirlerin,
“şathiye” genel başlığı altında toplandığı da bilinmektedir. İşâret
dili, mânâ dili, kuşdili, ağrebü’l-garâib terkipleriyle de nitelenen12 şathiyelerin
ortak özelliği, mecazla örülü sembolik bir dil ile söylenmiş olmalarıdır.
Bu şiirlerin şerhleri, okuyanların istifâdesini hedeflediği kadar, ilk
bakışta dinin zâhirî hükümlerine muhâlif gibi görünen mısrâ ve beyitlerin,
aslında şerîata aykırı olmadığını göstermek maksadına da hizmet
etmektedir.13
Bir şiir beyit sırası esas alınarak baştan sona şerh edilebildiği gibi yanlış
anlaşılmaya müsâit beyitlerin seçilerek şerh edildiği de vâkîdir. Anlaşılabilmesi
için şerhe ihtiyaç duyulan sûfiyâne şiirlerin şârihleri de tabiatıyla
mutasavvıflardır.14 Çoğunlukla şeyh/mürşid makamında olup yorumları-
nın isâbeti teslim edilen bu isimlerin yine büyük kısmı şiirle bizâtihî meş-
gul olan sûfî şâirlerdir. İşte Eşrefoğlu Rûmî (v. 874/1469)’nin bu makalenin
de konusu olan şiiri, bu cümleden bir şathiye15 olup bazı şer’î kaygıları
gidermek için şerh edilmiştir.
I. Kasîde-i Hayrân ve Tesirleri
Eski edebiyâtımızda şiirler, müstakil birer manzûm eser değiller ise genellikle
dîvân içerisinde toplanırlar ve nazım şekillerine göre tasnif edilerek
muayyen bir sıraya göre dizilirler. Şiirin konusu hakkında fikir veren
“tevhîd”, “na’t” veya “münâcât” gibi hatırlatmaların dışında şiirlerin husûsî
ismi yoktur veya belirtilmez. Medhiyelerde övülen kişinin ismi zikredilir,
târihlerde şiire konu olan hâdiseyi hatırlatan çok kısa açıklama cümlesi
bulunabilir; ama bunlar hiçbir zaman günümüz anlayışıyla şiirin başlığı
değildir. Şiirlerin tek tek târihleri de yazılmaz; dîvânların sonunda eserin
te’lîf veya istinsah tarihi kaydedilir. Dolayısıyla ilk bakışta sanatkârın hangi
manzûmesini ne vakit ve hangi hissiyat ile yazdığı veya hangi şiirine
11 Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, s. 24-25, 73-75.
12 Bu isimlendirmeler arasında özellikle “kuşdili” terkîbi öne çıkmıştır ve “mantıku’t-tayr”
ibâresiyle, “Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden nasip verildi” (en-Neml/16)
Kur’ân-ı Kerîm’de de zikredilmektedir. “Kuşdili” için ayrıca bk. Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı,
Türk Edebiyatında Şathiyye, Ankara: Akçağ Yay., 2001, s. 29-32; Bilal Kemikli, “Kuşdiliyle
Konuşmak-Sûfî Şairi Anlamak”, Dergâh, XXXI /244, Haziran 2010, s. 14-17.
13 Süleyman Uludağ, “Şathiye”, DİA, İstanbul 2010, XXXVIII, 371.
14 Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, s. 35.
15 Türk edebiyatında şathiyelerin bir edebî tür olarak doğuşu ve tekâmülünün anlatıldığı eserde,
şathiye örnekleri arasında Eşrefoğlu’nun şiiri de yer almaktadır. Bk. Kurnaz-Tatcı, Türk
Edebiyatında Şathiyye, s. 96-97.
6
Meliha YILDIRAN SARIKAYA
husûsî önem atfettiğini anlamak pek mümkün olmaz. Bütün bu tek tipleş-
tirme teâmülü içerisinde yine de zamanla birkaç manzûme diğer şiirlere
nispetle öne çıkarak câzibe merkezi hâline gelebilir. Bu durumda şiir(ler),
bir hüviyet ve isim sahibi olur(lar). Bu şiirlerin isimlendirmeleri konusunda
tek bir kaide bulunmadığından ekseriyetle ya redifleriyle veya ilk
mısrâlarının ilk kelimeleriyle tanınırlar; Yunus’un “Çıkdım Erik Dalına”,
Fuzûlî’nin “Su Kasîdesi”, Sun’ullâh-ı Gaybî’nin “Hüdâ Rabbim” şiirlerinde
olduğu gibi. Eşrefoğlu Rûmî’nin, burada ele alacağımız şiiri ise biraz farklı
şekilde, ilk mısrâın son kelimesine istinâden, “Kasîde-i Hayrân” ismiyle
kayıtlara geçmiştir.
Şerhlerin büyük kısmında söz konusu şiir, “kasîde”16 olarak zikredilmektedir.
Bununla birlikte, şerh hakkında bilgi veren kaynaklarda
aynı şiir, “ilâhî” kaydıyla yer almıştır.17 Oysa şiir, klasik kasîde tertîbine
uymamaktadır. Nazım şekli kasîdeden ziyâde gazel formuna yakındır.
Dinî-tasavvufî edebiyatımızda varlığını şeklen muhâfaza eden gazel,
muhtevâsı farklılaştığı için “gazel-ilâhî” adıyla anılmaktadır. En güzel örnekleri
Yunus Dîvânı’nda görülen bu nazım şekli, Yunus muakkiplerince
de bihakkın temsil edilmiştir. Bu geleneği devam ettiren sûfî şâirlerin,
meselâ Eşrefoğlu Rûmî, Ümmî Sinân, Niyâzî-i Mısrî, Hasan Sezâî’nin
dîvânları da klasik dîvân tertîbine uygun olmayıp bu eserlere ihtivâ ettikleri
dinî muhtevâlı şiirler sebebiyle “dîvân-ı ilâhiyyât” denilmiştir.18
Eşrefoğlu’nun şiiri de nazım şekli açısından gazel-ilâhî formundadır. Şiirin
Dîvân’daki yeri de bu tespiti desteklemektedir; alfabetik sıralamaya
uygun olarak “nun” kafiyeli şiirler arasındadır. Her ne kadar formu açı-
sından isâbetli bir isimlendirme olmasa da şiir burada, şerhlerde yer alan
özel ismiyle, “Kasîde-i Hayrân” şeklinde anılacaktır. Tamamı 19 beyit
16 Elimizdeki bütün şerh metinlerinde söz konusu şiir, “Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi
hayrân kasîdesi…” ibaresi içinde, “kasîde” olarak zikredilmektedir. Bu örnekten de anlaşı-
lacağı üzere eski edebiyatımızın özellikle dinî-tasavvufî şûbesindeki şiirler, nazım şekilleri
bakımından keskin çizgilerle tefrik edilememektedir. Meselâ Yunus’un “Çıktım erik dalına”
şathiyesi, şârihler veya müstensihlerce farklı isimlerle nitelenmektedir. Aynı şiir Niyâzî şerhinde
“nutuk” olarak tanımlanırken Bursevî şerhinde “gazel”, Ali Nakşibendî şerhinde, “güfte”
olarak anılmaktadır. Bk. Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, s. 38, 42, 56. Diğer tasavvufî
şiir şerhlerinde şerhe konu olan şiirler, gazel, nutuk, ilâhî, manzûme, kelimât, nazım, kasîde,
muammâ, ve hattâ makâle gibi birbirinden hayli farklı terimlerle kaydedilebilmektedir.
17 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333, I, 17.
18 XIII. asırdan itibâren tekke şâirlerinin kendi şiirlerini diğerlerinden ayırmak ve özellikle
ilhâm kaynaklarını vurgulamak için şiirlerini “ilâhî” adıyla andıkları bilinmektedir. Bk. Mustafa
Uzun, “İlâhî”, DİA, XXII, 65.
7
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
olan Hayrân kasîdesi, arûzun, mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalı-
bında söylenmiştir. Tam metin şöyledir:19
1. Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân
Ene’l-Hak sırrını cânum anınçün kılmadum pinhân
2. Aceb hayrân u mestem kim bilişden bilmezem yâri
Gözüm her kande kim baksa görinen sûret-i Rahmân
3. Yüzün görelden ol yârun kamu mahv oldı hep vârum
Fenâ oldum bekā buldum bekāda olmışam sultân
4. Benem ol dertlü dermânı benem her ma’denün kânı
Benem ol dürr-i bî-hemtâ benem ol bahr-i bî-pâyân
5. Semâda seyr ider sırrum cihânın doldı envârum
Mukaddesler cemîîsi benüm sırrumda ser-gerdân
6. Benüm ilm-i ledünnümde hezârân Hızr olur âciz
Benüm her bir tecellîmde niçe Mûsâ olur hayrân
7. Görürsin sûretâ âdem benüm emrümdedür âlem
Felekler ü melekler hep bana mahkûmdur ins ü cân
8. Çürümüş tenlere bir kez eger dirsem bi-iznî kum
Yalın ayak başı açuk duralar kamusı üryân
9. Bu ay u gün bu yılduzlar bu geceler bu gündüzler
Bu yazlar kışlar u güzler benüm emrümdedür yeksân
10.Cihân tılsımınun bendi benüm elümdedir şimdi
Benem bugün bu meydânda benümdür top-ıla çevgân
11.Benem şâhı bu meydânun benem devri bu devrânun
Benem cânı bu cânlarun benümle diridür her cân
12.Benem Mansûrı dâr iden benem ağyârı yâr iden
Benem her vârı vâr iden benem giden benem duran
19 Buraya aldığımız şekliyle şiir, Dîvân’ın tahkikli neşrinde 85. sırada ve “nun” harfiyle kafiyeli
şiirler arasındadır. Mustafa Güneş, Eşrefoğlu Rûmî Dîvânı (İnceleme-Karşılaştırmalı
Metin), Ankara 2000, s. 305-308. İmlâ konusunda büyük ölçüde nâşirin tercihine sâdık kalınmakla
birlikte, şerhte yer alan beyitlerin yazılışı ile birlik sağlamak için gerekli bir takım
müdâhaleler yapılmıştır.
8
Meliha YILDIRAN SARIKAYA
13.Değülem oddan u sudan yâ toprakdan u yâ yelden
Ben irden var-idüm irden henüz yoğ-idi bu ezmân
14.Zamânsuz bî-zamânam ben mekânsuz bî-mekânam ben
Dü âlemde hemânam ben benem her görinen gören
15.Bu sırra vâkıf olmazlar şular kim olmadı fânî
Ne bilsün sırr-ı Sübhân’ı şular kim sîreti hayvân
16.Ne bilsün mantıku’t-tayrı Süleymân olmayan mürgân
Ne bilsün gökce boncuğı cevâhir bilmeyen nâdân
17.Ne bilsün gark-ı istiğrak ki deryâ olmayan zâhid
Ne bilsün sırr-ı insânı bu yolda olmayan merdân
18.Ne bilsün ehl-i zâhir ehl-i bâtında olan hâli
Ne bilsün kîl ü kāl ehli ne derdini vü ne îmân
19.Sanursın Eşrefoğlı’yam ne Rûmî’yem ne İznikî
Benem ol Dâim ü Bakî göründüm sûretâ insân
Edebî tür olarak da bu şiirin bir ilâhî olduğu söylenebilir. Bilindiği üzere
ilâhî, dinî muhtevâlı şiirlerin genel adı olup henüz sınırları kesin bir şekilde
çizilmemiş bir edebiyat ve mûsikî terimidir. Hayrân kasîdesi bestelenmiştir,20
dolayısıyla her cihetten ilâhîdir. Sûfî şâirlerin şiirleri, sözün Hak Teâlâ ile
irtibâtını vurgulamak üzere nefes veya nutuk olarak da isimlendirilmiştir.
Bu yönüyle şiirin tasavvuf terminolojisindeki karşılığı nutuktur.
Kasîde-i Hayrân tarikat muhitlerinde de ziyâdesiyle tanınan ve sevilen bir
şiirdir. Bestelenmiş şekliyle tekkelerde okunduğu bilinen şiir etrafında bir
menkıbe teşekkül etmiştir. Şiirin, “Çürümüş tenlere bir kez eger dirsem bi-iznî
kum / Yalın ayak başı açuk duralar kamusı üryân” şeklindeki sekizinci beyti
ile ilgili bir rivâyet, Bahrü’l-Velâye’de şöyle anlatılmaktadır: Söz konusu beyit
ahâlî arasında tekrar edilmeye başlayınca, Eşrefoğlu’na muhâlif olan bazı
kimseler tarafından dedikodu malzemesi yapılır. Bu konuşmalar sultânın kulağına
gelir. Meseleyi tahkîk etmek isteyen sultan, sûfî şâiri huzûra dâvet eder
ve Eşrefoğlu’na, “Sen bu söylediğini yapmaya kādir misin?” diye sorar. Eşre-
20 Şiirin bilinen ilk bestesi, Üsküdarlı Zâkirbaşı Ali Efendi’ye aittir. Uşşak makamında ve devr-i
hindî usûlünde bestelenmiştir. Nota için bk. Ali Rıza Şengel, Türk Mûsıkîsi Klâsikleri İlâhîler,
haz. Yusuf Ömürlü, İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 1981, III, 41. Henüz kayıtlara geçmeyen
bir diğer beste, Prof. Dr. Sadettin Ökten’e aittir. Nihâvend makamındaki bu bestesinden bizi
haberdar eden kıymetli hocamıza teşekkür ederiz.
9
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
foğlu, “İhtiyaç olursa Hak Teâlâ dediğimi tasdîk etmeye Kādir’dir” cevâbını
verir. Bunu bir iddiâ olarak gören sultân, ispatlamasını ister. Neticede şeyh,
sultân ve mevzûu bilen insanlar kabristanda toplanırlar. Eşrefoğlu, Eyyühe’lmevtâ
kum bi-izni Mevlâ (Ey ölüler, Mevlâ’nın izniyle kalkınız) deyince, bütün
ölüler kabirlerinden başlarını çıkarıp ayağa kalkarlar. Bu manzaraya şâhit
olanların akılları başlarından gider ve oldukları yerde yığılıp kalırlar. Bunun
üzerine şeyh tekrar; Mûtû ve isterîhû (Ölünüz ve istirahat ediniz) der ve ölüler
mezarlarına girerler; kabristan eski hâline döner. Şâhit olan herkes hayret ve
dehşet içerisinde kalmış ve böylece şeyhin kemâl derecesi de zâhir olmuştur.21
Şiirin Kādirîlik’te, husûsen tarîkatın Eşrefoğlu’na nispetle Eşrefîlik
adını alan kolunda ayrı bir yeri vardır. Kādirîler’de olduğu gibi kıyâmî
zikir icrâ eden diğer tarîkat mensuplarının İstanbul’daki dergâhlarında
da menkıbeye konu olan beyit okunurken kıyam zikrine kalktıkları nakledilmektedir.22
Şiirin, daha doğrusu ilâhînin tarîkat âyinlerinde sıklıkla
okunmasında, bu menkıbenin de te’siri olabilir. Vassâf, eserinin Kādiriyye
bahsinde Hayrân kasîdesini ayrıca kaydettikten sonra, şiirin tam da bu
yönünü, yâni zikrullâh esnâsında okunduğunu, Eşrefoğlu’nun “en ziyâde
mütedâvil olan nutuklarındandır” cümlesiyle vurgulamaktadır.23
Hayrân şiirinin şöhreti, biraz da bu şiire cevap olarak söylendiği kabul
edilen meşhur bir taşlama ile de genişlemiş görünmektedir. “Eşrefoğlu al
haberi” mısrâıyla başlayan ve daha ziyâde bestelenmiş şekliyle tanınan şiir,24
bir halk âşığı olan Hasan Dede (v. 1603-1604)’ye25 âit olup asırlar boyunca
Eşrefoğlu’na, dolayısıyla Hayrân şiirine eleştirel bir karşılık şeklinde tasavvur
edilmiştir. Vaktiyle kimin ortaya attığı bilinmeyen bu görüş, bugün de
sıklıkla tekrar edilmektedir. Oysa Kasîde-i Hayrân, bu kabil bir taşlamayı
veya meydan okumayı gerektirecek muhtevâya sahip değildir. Aralarında
yaklaşık iki yüz sene gibi bir zaman dilimi bulunan ve görüşleri arasında
21 Köstendilli Süleyman Şeyhi, 1001 Sûfî Bahrü’l-Velâye, haz. Sezai Küçük-Semih Ceyhan, İstanbul:
Mavi Yay., 2007, s. 660-661.
22 Adalet Çakır, Mehmet Rif ’at Efendi’nin “Nefhatü’r-Riyâzi’l-Âliye” Adlı Eseri Işığında Anadolu’da
Kādirîlik (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul
2007, s. 458.
23 Osmanzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, İstanbul: Kitabevi
Yay., 2006, I, 101.
24 Sabâ makamında bestelenen bu şiirin tamamı ve notaları için bk. Abdülbâki Gölpınarlı, Alevî
Bektâşî Nefesleri, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1992, s. 29-30, 283.
25 Horasan’dan Karaman’a, oradan şimdiki Kırıkkale’nin Hasan Dede beldesine gelip yerleşmiş
halk şâirlerinden olan Hasan Dede’nin tarihî ve efsânevî şahsiyeti hakkında ayrıntılı bilgi
için bk. Nejat Birdoğan, “Hasandede Kasabası ve Hasan Dede”, Alevi Kaynakları 1, İstanbul:
Kaynak Yay., 1996, s. 83-120.
10
Meliha YILDIRAN SARIKAYA
belirgin bir fark olmadığı eserlerine bakıldığında anlaşılan bu iki şâirin,
söz konusu şiirleriyle karşı karşıya getirilmesinin son derece isâbetsiz olduğunu
belirtmek gerekir. Hasan Dede’nin bu şiiri Eşrefoğlu Rûmî’ye değil
de kendi döneminde yaşamış olan ve Eşrefoğlu lakabıyla tanınan Ankara
vâlisine hitâben söylemiş olma ihtimâli, hakikate daha yakın durmaktadır.26
Kasîde-i Hayrân’a bir de nazîre yazıldığı görülmektedir. Seyyid Seyfullâh
(v. 1601)27 tarafından yazılan, daha doğrusu nazîre olarak yazıldığını dü-
şündüğümüz şiir,
Tecellî şevk-i zâtınla ben oldum vâlih ü hayrân
Yitürdüm varlığım küllî ki oldum garka-i ummân
beytiyle başlamakta olup Hayrân şiiriyle aynı vezinde ve aynı kafiye ile
söylenmiştir. Tamâmı 65 beyit olan28 şiirin baş kısmında, “Kutbu’l-
ârifîn gavsu’l-vâsılîn Seyyid Seyfullah bin Seyyid Nizâmeddîn kuddise
sırruhu’l-azîz hazretlerinin seyr [u] sülûku esnâsında kendülerden
zuhûr eden nutuklarıdır.”29 şeklinde bir açıklama cümlesi bulunmaktadır.
Eşrefoğlu’nun şiirine kıyasla hayli hacimli olan bu şiir, muhtevâ bakımından
da Hayrân şiiriyle birebir benzerlik göstermektedir. Nazîre olmak vasfını
muhâfaza etmekle birlikte manzûm bir şerh olarak da düşünülebilir.
Ne var ki şiirde böyle bir kayıt bulunmamaktadır. Ayrıca şiirin seçilen bazı
beyitleri, Zağralı Handî (v. 1727) tarafından tahmîs edilmiştir.30
26 Hasan Dede üzerinde müstakil bir çalışması bulunan Nejat Birdoğan, “Eşrefoğlu al haberi”
mısrâıyla başlayan şiirin muhâtabını Eşrefoğlu olarak göstermektedir. Bununla birlikte Hasan
Dede ahfâdından Halil Demirhan adlı kişinin görüşünü, kitabında şu cümlelerle tartış-
maktadır: “Oysa ki Halil Demirhan, bu deyişin o dönemlerdeki Ankara Paşası Eşrefoğlu adındaki
birisine kızarak söylendiğini yazmakta. Acaba daha mı mantıklı? Güya, Hasan Dede’m
bu deyişin etkisi altında o deyişi söylemiş. Ancak, iki deyiş arasında pek anlam birliği yok.
Eşrefoğlu’nun hiçbir deyişi ile bu deyiş arasında ilişki kuramıyoruz. Gerçekten bir müfettişe
söylenmiş sözler gibi geliyor. Hele hele bir iftirayı def’etmek için söylenmiş nefis bir savunma
gibi geliyor.” bk. Nejat Birdoğan, Alevi Kaynakları, I, 101. Aynı bilgi için ayrıca bk. İsmail
Özmen, Alevî-Bektaşî Şiirleri Antolojisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1998, III, 23-24.
27 Hayatı hakkında bilgi için bk. Necdet Tosun, “Seyyid Nizâmoğlu Seyfullah Hayatı ve Eserleri”,
İLAM Araştırma Dergisi, II/1, 1997, s. 153-164.
28 Seyyid Seyfullah, Divan-ı Seyyid Seyfullah; Mi’râcü’l-Mü’min, Dersaâdet: Matbaa-i Ahmed
Kâmil, 1329, s. 186-190.
29 Seyyid Seyfullah, Divan, s. 186.
30 Bu tahmîsin, Türk Kültürü ve Hacıbektaş Velî Araştırma Kütüphânesi, nr. 413’te kayıtlı
Mecmua-i Eş’âr’da, vr. 30a’da yer aldığını haber veren Ahmet Mermer, ilk bendi makalede iktibas
etmiştir. Bk. “Eşrefoğlu ve Bir Şathiyyesinin Şerhi”, Millî Folklor, VII/53, 2002, s. 107. Söz
konusu tahmîs, şâirin dîvânında yer almamaktadır. Bk. Ayten Şenyurt, Ali Handî ve Dîvânı
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004.
11
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
II. Kasîde-i Hayrân’ın Şerhleri
Eşrefoğlu’ndan bahseden kaynaklarda, şiirlerinden bir kısmının şerh
edildiği bilgisi yer alırken Hayrân şiiri ayrıca vurgulanır. Meselâ Osmanlı
Müellifleri’nde, şiirin ilk beyti iktibas edilmiş ve “ilâhiyyât-ı
âşıkānelerinden” şeklinde tavsîf edilen şiirin “ba’zı urefâ” tarafından şerh
edildiği belirtilmiştir.31 Bu ifâdeden, şiirin birden fazla şerhi olduğu anla-
şılmaktadır. Oysa bu zamana kadar, sadece Abdullah Salâhî-i Uşşâkî’ye âit
şerh bilinmekteydi.32 Başka şerhlerin de olduğu/olabileceği ihtimâlinden
hareketle yaptığımız araştırma neticesinde, şu âna kadar Hayrân şiirinin
dört ayrı şârihini tespit ettik. Ancak yazma eser kütüphânelerinin katalogları
henüz tam anlamıyla ikmâl edilmediği için tespit ettiğimiz şârihlerin
sayısının artabileceği ihtimâlini hatırdan uzak tutmamak gerekir. Ayrıca
bu rakam sadece şârihleri göstermekte olup ulaşılan metin sayısı değildir.
Muhtemel şârihler sırasıyla, Hüseyin Efendi (v. 1105/1693-94),
Niyâzî-i Mısrî (v. 1106/1694), Salâhî-i Uşşâkî (v. 1196/1781) ve İbrahim
Efendi (v. ?)’dir. Bu dört şahsiyet arasında özellikle Niyâzî-i Mısrî ve
Salâhî-i Uşşâkî, dinî-tasavvuf edebiyâtın dîvân sahibi şâirlerinden olup
şârih olarak da temâyüz etmiş iki mühim isimdir.
Burada asıl mühim konu, Kasîde-i Hayrân’ın dört şârihi olmakla birlikte
tek bir metninin olmasıdır. Çünkü elimizde dört ayrı şârihe nispetle
kayıtlara geçen, başka bir deyişle farklı imzâlar taşıyan tek bir metin
bulunmaktadır. Üstelik müelliflerin isimleri, şerhlerin ya giriş kısmında
sebeb-i te’liften önce veya metnin sonunda, sıfatları ile birlikte bizâtihî yer
almaktadır. Yâni yazmaların müellifleri, bazı yazma eserlerin kütüphâne
kayıtlarında gördüğümüz üzere, fişleme hatası sebebiyle yanlış kaydedilmiş
değildir. Sanki dört şârih ayrı ayrı, neredeyse kelimesi kelimesine aynı
olan bir metin kaleme almışlardır. Zaman zaman iki veya daha fazla şâirin
31 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I, 17. Aynı bilgi yani birden fazla şârih olduğu bilgisi
başka kaynaklarda da yer almaktadır. Bk. Sâdık Vicdânî, Tarikatler ve Silsileleri (Tomâr-ı
Turûk-ı Aliye), haz. İrfan Gündüz, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1995, s. 129; Hüseyin Vassâf,
Sefîne-i Evliyâ, I, 102.
32 Kasîde-i Hayrân’ı son olarak Ahmet Mermer şerh etmiştir. Bu şerh, modern metotla yazılmış
olup her bir beyit önce nesre çevrilmiş, ardından beyitlerde zikri geçen tasavvufî ıstılahlar açıklanarak
beyitlerin tasavvuf düşüncesindeki yeri gösterilmiştir. Bazı beyitlerin açıklamasında
yazar, tek şârih olarak zikrettiği Salâhî’nin şerhinden de alıntılar yapmıştır. Şerhte dikkat çeken
bir başka husûsiyet, şiirin bugün elimizde olan şekliyle, 19 beyit olarak değil de yazma nüshalarında
olduğu gibi ve aynı sırayla 14 beytinin şerh edilmesidir. Şerhin tamamı için bk. Ahmet
Mermer, “Eşrefoğlu ve Bir Şathiyyesinin Şerhi”, Millî Folklor, s. 106-113.
12
Meliha YILDIRAN SARIKAYA
çok çok bir mısrâ veya beyti arasında tesâdüf edilen bu tür benzerliklere
“tevârüd” denilmektedir. Ne var ki tastamam bir şerh metninin dört
ayrı müellifin kaleminden aynı şekilde çıkması mümkün değildir. Yâni bir
tevârüd örneği ile karşı karşıya olmadığımız âşikârdır. Şu halde şârih ya bu
dört isimden biridir veya bu dört isimden biri olmayıp bir başkasıdır. Asıl
şârihin kim olduğu konusunda şimdilik kesin bir kanâat oluşmadığı için
her bir ismi muhtemel şârih olarak görmek ve kendilerine nispet edilen
yazma nüshaları, bu isimleri anarak tanıtmak tercih edilmiştir.
a. Hüseyin Efendi Şerhi:
Hüseyin Efendi’ye nispet edilen nüsha, Yapı Kredi Sermet Çifter Araştırma
Kütüphanesi, nr. 17’de bir mecmûa içerisinde, 115a
-117a
varaklar arasındadır.
İstinsah tarihi ve müstensihin ismi bulunmamaktadır. Her sahîfede
23 satır vardır. Okunaklı bir ta’lîk hat ile yazılmıştır. Başlık ve şerh edilen
beyitler kırmızı mürekkeple yazılmış olup metinde zikredilen âyet ve hadislerin
üzeri kırmızı mürekkeple çizilerek belirgin hâle getirilmiştir. Eser,
Hüseyin Efendi’ye derkenardaki; “Şârih-i ilâhî el-hâc Evhadüddîn şeyhi
Hüseyin Efendi kuddise sırruhu” ibâresi ve metnin sonunda yer alan,
“Evhadüddîn tekyesi şeyhi Hüseyin Efendi hazretlerinin şerhidir” cümlesi
ile nispet edilmekredir. Baş:
“Şerh-i İlâhî Şeyh Eşref-zâde Abdullâh er-Rûmî el-Kādirî kuddise sırruhu.
Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’ssalâtü
ve’s-selâmu alâ nûri ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Beyt: Be deryâ
der menâfi’ bî şumârest / Eger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca karye-i
tekye-nişîn iken ihvân-ı safâdan bir azîz gelüp ricâ edüp Eşref-zâde, Tecellî
şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru bâbına
muvâfık olmayup i’râb ve binâ kāidesine gayr-ı mutâbık olmağla hâlâ ba’zı
ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft u gû
olmuşdur.”
Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinde tekâsül etdik amâ
Allâh’ı ve Resûlü’nü severiz El-mer’u mea men ehabbe ile saâdet-i sermedî
ve izzet-i ebedîye cümlemizi lâyık eyleye. Âmîn yâ Rabbe’l-âlemîn.
Evhadüddîn tekyesi şeyhi Hüseyin Efendi hazretlerinin şerhidir.”
b. Niyâzî-i Mısrî Şerhi:
Elimizdeki yazma nüshalardan ikisi Niyâzî-i Mısrî’ye âit görünmektedir.
İlki, Süleymaniye Kütüphânesi, Hacı Mahmud Efendi, nr. 3254’te kayıtlı
13
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
müstakil bir yazma risâledir. İstinsah tarihi ve müstensihin ismi bulunmamaktadır.
Güzel bir nesih yazı ile kaleme alınan eser, 13 varaktan ibârettir.
Küçük boy bir deftere her sahîfede 11 satır olacak şekilde yazılmıştır. Eser,
kırmızı mürekkeple metnin başında yer alan; “Kutbu’l-ârifîn gavsü’lvâsılîn
Şeyh Mısrî Muhammed Niyâzî kaddesallâhu esrârehum” ibâresi ile
Mısrî’ye nispet edilmektedir. Şiirin beyitleri kırmızı mürekkeple yazılmak
sûretiyle belirginleştirilmiş, ayrıca metinde zikredilen âyetler harekelenerek
üzerleri kırmızıyla çizilmiştir. Metin şu cümlelerle başlamaktadır:
“Kutbu’l-ârifîn gavsü’l-vâsılîn şeyh Mısrî Muhammed Niyâzî kaddesallahu
esrârehum. Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-
âlemîn ve’s-salâtü alâ nûri’l-âlemîn ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Be deryâ
der menâfi’ bî-şumârest / Ve ger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca karye-i
tekye-nişîn iken ihvân-ı bâ-safâdan bir azîz bize gelüp ricâ edüp Eşref-zâde
merhûmun, [1a
] Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara
yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb binâ kāidesine gayr-ı mutâbık
olmakla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür
deyu çok güft-gû olmuşdur.”
Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinden tekâsül eyledik
ammâ Allâh’ı ve Resûl’ü severiz. El-mer’u mea ehabbe ile saâdet-i sermedî
ve izzet-i ebedîye yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn.”
Niyâzî-i Mısrî’ye âit ikinci şerh metni, daha doğrusu Mısrî’ye nispet
edilen ikinci şerh metni, Sadberk Hanım Müzesi Kütüphanesi, Hüseyin
Kocabaş Yazmaları, nr. 320’de kayıtlıdır. İstinsah tarihi 1225 olup müstensihin
ismi yoktur. Bir mecmuânın 51a-55b varakları arasındadır. Her
sahîfede 19 satır vardır. Okunaklı bir nesih ile yazılan eserde başlık, beyitler,
şerhte referans olarak zikri geçen âyet ve hadisler kırmızı mürekkeple
yazılmıştır. Metin, “Cenâb-ı Kutb-ı İrfân Şeyhu’ş-Şuyûh Muhammed Mısrî
Hazretleri’nin şerhleridir” ser levhası ile başlamaktadır:
“Bismillâhirrahmânirrahîm ve bihi. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn
ve’s-salâtü alâ nûri’l-âlemîn ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Be deryâ der
menâfi’ bî-şumârest / Ve ger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca karye-i
tekye-nişîn iken ihvân-ı bâ-safâdan bir azîz bize gelüp ricâ edüp Eşref-zâde
kuddise sırruhu hazretlerinin, Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân
kasîdesi nasara yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb binâ kāidesine
gayr-ı mutâbık olmakla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i
şerîfe muhâlifdür deyu çok güft-gû olmuşdur.”
14
Meliha YILDIRAN SARIKAYA
Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinde tekâsül eyledik. Ammâ
Allâh celle celâluhû ve Resûlullâh aleyhi’s-selâm hazerâtını ziyâdesiyle severiz.
El-mer’u mea men ehabbe ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedî umarız.
Yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn. Sene 1225 Fî 27 Ş[a’bân].”
c. Abdullah Salâhî-i Uşşâkî Şerhi:
Kasîde-i Hayrân şerhi yazmalarının büyük çoğunluğu, Salâhî’ye nispet
edilmektedir. Bu nüshalardan metin mukayesesine dahil edilecek olanı,
Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi, nr. 254’te kayıtlı ve tarihlidir.
İstinsah tarihi 1309 olan nüshada müstensih ismi bulunmamaktadır. Bir
mecmûa içerisinde bulunan risâle, 5 sahîfeden ibâret olup varak numaraları
yoktur. Yalnız son sahîfe kenarına kurşun kalemle “60” rakamı yazılmıştır.
Her sahîfede 22 satır mevcuttur. İşlek ve okunaklı bir rik’a ile yazılmıştır.
Bu yazmada diğer nüshalardan farklı olarak, şerh edilen şiirin her
bir beytinden önce kırmızı mürekkeple; “Kāle Eşrefzâde kuddise sırruhu”
ibâresi yer almaktadır. Eserin başına kırmızı mürekkeple, “Güfte-i Eşref-i
Rûmî kuddise sırruhu şerh-i eş-Şeyh Abdullâh-ı Salâhî Balıkesîrî” ibâresi
mevcuttur. Baş:
“Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü
ve’s-selâmu alâ Resûlinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn. Beyt:
Be deryâ der menâfi’ bî şumârest / Eger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca
bu hakîr Salâhî derd-mende ihvân-ı safâdan bir azîz gelüp ricâ tarîkı ile
Hazret-i Eşref-zâde merhûmun, Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi
hayrân kasîdesi nasara yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb ve binâ
kāidesine gayr-ı mutâbık olmağıla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup
şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft u gû eylemişlerdir.”
Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinde tekâsül etdik. Ancak
Allâh’ı ve Resûl’ünü severiz. El-mer’u mea men ehabbe ileyhi saâdet-i
sermedî ve izzet-i ebediyyeye Bârî cümlemizi lâyık eyleye. Âmîn. Temmet.
Sene 1309.”
Salâhî’ye âit ikinci yazma Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi,
nr. 300’de kayıtlı bir mecmûa içerisinde, 91b
-95a
varaklar arasındadır. İstinsah
tarihi ve müstensih ismi bulunmamaktadır. Ta’lîk hatla yazılmış
olan metnin her sahîfesinde 19 satır vardır.
Üçüncü nüsha yine Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi nr.
108’de kayıtlı bir mecmûanın 50b
-53b
varakları arasındadır. İstinsah ta-
15
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
rihi ve müstensih ismi belirtilmemiştir. Rik’a ile yazılmış metnin her
sahîfesinde 21 satır vardır.33
Salâhî’ye âit bir diğer nüsha Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi
nr. 99’da kayıtlı bir mecmûa içerisinde, 37b
-40b
varaklar arasındadır. İstinsah
tarihi ve müstensih adı yoktur. Rik’a hatla yazılmış olup her sahîfede
21 satır vardır. Bu metin de öncekiler gibi Salâhî’nin diğer şerhlerinin bulunduğu
bir mecmûa içerisindedir.
Salâhî’ye ait şerh nüshalarından üçü, Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin
Yazmaları, nr. 58/8’de (83b
-86a
varakları arasında), nr. 832/1’de (1b
-6a
varakları
arasında) ve nr. 997/1’de (1-6a
varakları arasında) kayıtlıdır.34
Salâhî’ye âit bir başka nüsha, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi,
Gaziantep İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu, nr. 3552’te kayıtlı bir
mecmûa içerisinde 181b-186a varaklar arasındadır. Hurde ta’lîk hatla yazılmış
olup her sahîfede 21 satır vardır.
d. İbrâhîm Efendi Şerhi:
İbrâhîm Efendi’ye nispet edilen nüsha, Millî Kütüphâne, 3763/4 nr.da kayıtlı
bir mecmûa içerisinde 104b
-107b
varaklar arasındadır. Derviş Hamza
Nakş-bendî tarafından 1237 tarihinde istinsah edilmiştir. Satır sayısı
15’tir. İşlek bir rik’a ile yazılmıştır. Hayrân şiirinin beyitleri kırmızı mü-
rekkeple yazılmış olup metinde zikri geçen âyet ve hadislerin üstü kırmı-
zı çizgi ile belirginleştirilmiştir. Eser İbrâhîm Efendi’ye, son sahîfedeki,
“Tarîk-ı Sa’diyye meşâyihlerinden eş-şeyh İbrâhîm Efendi merhûm şerh
buyurmuşlardır” ibâresi ile nispet edilmektedir. Baş:
“İnnehû min Süleymân ve innehû Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü
lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ Resûlinâ Muhammedin
nûri’l-kevneyni ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Ammâ ba’d: Beyt Be
deryâ der menâfi’ bî şumârest / Ve ger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca
kariyye-i Hafsa’da kûşe-nişîn iken ihvân-ı safâ vü yârân-ı bâ-vefâdan biri
gelüp ziyâretimiz ricâ edüp Eşref-zâde kaddesallâhu sırrahu’l-azîz hazretlerinin,
şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru
33 Salâhî’nin hayatı ve eserleri üzerinde kapsamlı bir çalışma yapan Mehmet Akkuş, eserinde
bu nüshayı tanıttıktan sonra bazı pasajları iktibas etmiştir. Bk. Abdullah Salâhaddîn-i Uşşâkî
(Salâhî)’nin Hayatı ve Eserleri, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1998, s. 129-131.
34 Osman Ergin Yazmaları Alfabetik Kataloğu, haz. Nail Bayraktar, İstanbul 1993, I, 133, 136;
age, haz. Nail Bayraktar-Hüseyin Türkmen, İstanbul 2003, IV, 127.
16
Meliha YILDIRAN SARIKAYA
bâbına muvâfık olmayup i’râb binâ kāidesine mutâbık olmamak ile ba’zı
ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft-ı gû
olmuşdur.”
Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devletini talebde tekâsül etdik amâ
Allâh ve Resûlü’nü severiz. El-mer’u mea men ehabbe ile saâdet-i sermedî ve
izzet-i ebedîne yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn yâ Rabbe’l-âlemîn ve yâ
Hayre’n-nâsırîn. Bu kasîde[y]i Havs[a]’da Tarîk-ı Sa’diyye meşâyihlerinden
eş-şeyh İbrâhîm Efendi merhûm şerh buyurmuşlardır. Tahrîr fî 5
Cemâziyelevvel sene 1237. Sevvedehu el-fakr attâr es-seyyid dervîş Hamza
be-tarîk-ı Nakş-bendî gaferallâhu lehu.”
Şeyh İbrahim Efendi’ye nispet edilen ve “Şerh-i Kasîde-i Eşref-zâde”
adıyla kayıtlı olan bir diğer nüsha, İzmir Milli Kütüphanesi, Türkçe Yazmaları,
nr. 327’de bulunmaktadır. İstinsah tarihi 1245’tir. Nesih hatla
yazılmış olup mecmûanın 58b
-62a
varakları arasındadır. Her sahîfede 19
satır vardır.
e. Müellifi Belirtilmeyen Şerh:
Yukarıda tanıtılan yazmalardan başka, baştan sona elimizdeki metinlerle
aynı olduğu halde herhangi bir müellife nispet edilmeyen bir nüsha daha
bulunmuştur. Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, Burdur İl Halk
Kütüphanesi Koleksiyonu, nr. 1001’de kayıtlı olan bu nüsha, ta’lîk hatla
yazılmış olup bir mecmûanın 65a
-69b
varakları arasındadır. İstinsah tarihi
ve müstensih ismi bulunmamaktadır. Diğer nüshalardan farkı, eserin sonunda,
“Temmet terceme-i Kasîde[-i] Eşref-zâde” kaydının bulunmasıdır.
Tercüme kelimesinin dilimizde kazandığı geniş anlam yelpâzesi dikkate
alınarak bakıldığında, kelimenin burada “şerh” mânâsında kullanıldığı
anlaşılmaktadır. Yalnız eserin kataloga, “Terceme-i Kasîde-i Eşref-zâde”
şeklinde işlenmiş olması, araştırmacılar açısından nispeten yanıltıcı olabilmektedir.
III. Kasîde-i Hayrân Şerhi’nin Âidiyeti Meselesi
Kasîde-i Hayrân’ın bilinen tek şerhini farklı müelliflere nispet eden yazmaların
bulunması, bu zamana kadar bilinen tek şârih Salâhî konusuna
ihtiyatla yaklaşma zarûretini, en azından bu bilgiyi yeniden tahkîk etmek
mecburiyetini getirmiştir. Şerhin gerçek müellifi konusuna açıklık getirebilmek
için yapılacak ilk şey, ismi geçen diğer müelliflerin de en az Salâhî
kadar bu şerhi kaleme almış olma ihtimâlini göz önünde bulundurmak-
17
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
tır. Bir başka deyişle, Salâhî dışındaki diğer üç ismi, şerh yazmış olma
ihtimâlleri bakımından aynı mesâfede görmek gerekmektedir.
İncelediğimiz şerhlerin hiçbirisi müellif hattı değildir. Bu sebeple müellifi,
sadece yazmalardan hareketle ve kat’î şekilde tespit etmek imkânı yoktur.
Metinlerde te’lîf tarihi olmadığı gibi müellifi teşhis etmeye dolaylı da
olsa katkı sağlayacak olan istinsah tarihleri de yeteri kadar yardımcı olmamaktadır.
Yazmaların sadece dördünde tarih vardır. En eski nüsha, 1225
tarihli olup Niyâzî-i Mısrî’ye izâfe edilen metindir. İbrâhîm Efendi’ye nispet
edilen iki nüshadan ilki 1237, diğeri 1245 tarihinde istinsah edilmiştir.
En yeni nüsha 1309 tarihli olup Salâhî nüshasıdır.35 Yazmalardaki kayıtlar
asıl müellifin tespiti için yeterli olmayınca geriye, metnin muhtevâsından
hareketle müellifin kimliğine dâir tahmin yürütme ihtimâli kalmaktadır.
Bunun için de şerh metnine biraz daha yakından bakarak muhtemel müelliflerin
diğer te’lifatı ile şerh arasında paralellik olup olmadığını tespit edebilmek
lâzımdır. Hayrân şerhi, lugat ve belâgat ağırlıklı bir şerh olmayıp
tasavvufî bir şerhtir. Dolayısıyla muhtevâdan hareketle müellifi teşhis için
klasik şiir bilgisinden ziyâde tasavvuf düşüncesi içerisinde gelişen ekoller
arasındaki nüansları tefrîk edebilecek donanıma sâhip olmak gerekmektedir.
Ayrıca bu metotla varılan neticenin yüzde yüz isâbetinden bahsetmek
hiçbir vakit mümkün değildir. Yine de şerh metni kendilerine izâfe edilen
dört ismin ilmî şahsiyetlerine, böyle bir şerh yazıp yazmayacakları nokta-i
nazarından bakmak, asıl müellifin en azından kim olmadığı konusunda
bir fikir verecektir.
a. Şerh Metninin Hüseyin Efendi’ye Âidiyeti İhtimâli
Hayrân şerhi yazmalarından biri, Evhadüddîn tekkesi veya Hacı Evhad
tekkesi36 şeyhi lakabıyla mâruf olan Hüseyin Efendi’ye izâfe edilmektedir.
İsmi, irşâd makamında bulunduğu tekke ile birlikte anılan Hüseyin Efendi
ayrıca Kutub Hüseyin Efendi olarak da tanınmıştır. Halvetiyye’nin Sivâsî
şûbesi meşâyihinden olup Abdülehad Nûrî’nin halîfelerindendir. Seyyid
35 İstinsah tarihi bulunan nüshalar sırasıyla şunlardır: Sadberk Hanım Müzesi Kütüphanesi,
Hüseyin Kocabaş Yazmaları, nr. 320; Millî Kütüphâne, nr. 3763/4; İzmir Milli Kütüphanesi,
Türkçe Yazmaları, nr. 327 ve Süleymâniye Kütüphânesi, Uşşâkî Tekkesi, nr. 254.
36 Yedikule yakınlarındaki bu tekke, 1343/1924-25’te Sünbülî dergâhları arasında gösterilmektedir.
Bk. Osmanzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, V, 309. Tekke’nin tarihi ve postnişînleri
için ayrıca bk. Zâkir Şükrî Efendi, Die Istanbuler Derwisch Konvente und Ihre Scheiche
(Mecmua-ı Tekâyâ), haz. Mehmet Serhan Tayşi, yy., 1980, s. 35; İbrahim Baz, Abdülehad Nûrî-i
Sivâsî, İstanbul: İnsan Yay., 2007, s. 223-225.
18
Meliha YILDIRAN SARIKAYA
Hüseyin mahlasıyla şiir söylemiştir.37 Eserleri arasında Eşrefoğlu şerhi
zikredilmemektedir.38 Kütüphânelerde eserlerinden yalnızca ikisinin izine
rastlanmış olup bunlardan ilki, Risâletü’l-Ferâiz adında, üç varaktan ibâret
bir risâledir.39 Er-risâletü’d-Devrâniye ve İânet li-Erbâbi’t-Tarîka adlı diğer
eseri, otuz beş varak olup semâ ve devrân ile ilgili risâlelerin toplandığı bir
mecmûa içerisindedir.40 Hüseyin Efendi’nin eser listesi içerisinde herhangi
başka herhangi bir tasavvufî şiir şerhi de mevcut değildir.
Kendisinden bahseden kaynakların sadece birinde, Tuhfe-i Nâilî’de;
“Eşref-zâde Hüseyin Efendi, Eşref-zâde Abbas Efendi’nin oğludur” cümlesiyle
tanıtılmaktadır.41 Diğer kaynaklarla destekleyemediğimiz bu bilgi,
Hayrân şerhi ile olmasa da Hayrân şiiri ile Hüseyin Efendi’yi birbirine
yaklaştırmaktadır. Yâni müellifin, şâyet büyük ceddi ise Eşrefoğlu’nun şiirini
okumuş olma ihtimâli hayli yüksektir. Fakat yine de şerhin Hüseyin
Efendi’ye âit olup olmadığı konusunu tartışmak için elimizde, Hüseyin
Efendi adına kayıtlı Sermet Çifter nüshasından başka bir mâlûmât yoktur.
Hayrân şerhi ile Hüseyin Efendi arasında, son derece dolaylı da olsa şöy-
37 Ayrıntılı bilgi için bk. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, III, 500-501; Bursalı Mehmed Tâhir,
Osmanlı Müellifleri, I, 62. Ancak Şeyhî Mehmed Efendi, Hüseyin Efendi’nin “mahlasdan
ârî ilâhiyyât ve eş’ârı vardır” diyerek mahlas kullanmadığını söylemektedir. Bk. Şakaik-ı
Nu’maniye ve Zeyilleri, haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul: Çağrı Yay., 1989, IV, 94-95.
38 Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, III, 500-501’de Hüseyin Efendi’nin eserleri: “Mecmau’t-Tefâsîr,
Risâle-i Devrâniyye, Ferâiz Şerhi, İzzî Şerhi, Dîvân” sırasıyla yer almaktadır. Şeyhî Mehmed
Efendi, eserleri arasında Dîvân’dan bahsetmemektedir. Bk. Şakaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, IV,
94. Aynı şekilde Osmanlı Müellifleri’nde de eserleri arasında Dîvân sayılmamakta, fakat “Seyyid
Hüseyin” mahlaslı ilâhiyyâtı olduğu söylenmektedir. Bk. age, I, 62.
39 Bu risâlenin çeşitli koleksiyonlarda pek çok nüshası mevcuttur. Meselâ bk. Süleymaniye
Kütüphânesi, A. Tekelioğlu, nr. 817/1; Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphânesi, Konya İl
Halk Kütüphânesi, nr. 3643/1; Aynı kütüphâne, nr. 4928/4; Aynı kütüphâne, nr. 4928/8.
40 Süleymaniye Kütüphânesi, Veliyyüddin Efendi, nr. 3602. Bir başka nüsha, Beyazıt Devlet
Kütüphânesi, Veliyyüddin Efendi, nr. 3602’de kayıtlıdır.
41 Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî, haz. Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı, Ankara: Bizim Büro
Yay., 2001, I, 200-201. Nâil Tuman’ın verdiği kaynaklar tetkik edilmesine rağmen maalesef
bu bilginin başka bir kaynakta tekrarı tespit edilememiştir. Yalnız Hüseyin Efendi’nin “Eşrefzâde”
neslinden gelmiş olabileceğini destekleyen dolaylı da olsa bir bilgi mevcuttur: Kutub
Hüseyin Efendi, torunu Seyyid Abdülkerim Efendi (v. 1181/1767-68)’ye, Dâvut Paşa Camii
yakınında olan ve Ördek Baba tekkesi olarak bilinen bir Eşrefî zâviyesinin şeyhliğini işâret
etmiş, söz konusu tekkenin meşîhatı da Abdülkerim Efendi ile başlamıştır. Başbakanlık Osmanlı
Arşivi’ndeki iki belgeye istinâd eden bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Adalet Çakır,
age, s. 541-543. Buradan şöyle bir netice çıkarılabilir: Kādirîlikte yaygın bir gelenek olan
evlâdiyet geleneğine göre post-nişînlerin umûmiyetle neseben de Kādirî oldukları bilinmektedir.
Bu durumda Seyyid Abdülkerim Efendi’nin ve dolayısıyla Kutub Hüseyin Efendi’nin de
Eşref-zâde ahfâdından olma ihtimalleri belirginlik kazanmaktadır. Böylece, Tuhfe-i Nâilî’de
Hüseyin Efendi’nin sıfatı olarak zikredilen “Eşref-zâde” vurgusu da bir karşılık bulmaktadır.
19
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
le bir irtibat daha vardır: Muhtemel şârihlerden biri olarak tetkîk edilen
Niyâzî-i Mısrî, Hüseyin Efendi’nin adıyla birlikte anılan Hacı Evhad tekkesinde
bir hücrede bir müddet i’tikāfa girmiştir.42 Yâni Hüseyin Efendi’nin
şerh ile değil de muâsırı olan diğer bir muhtemel şârih ile bir süre de olsa
aynı tekkede bulunmuş oldukları bilinmektedir. Ancak görüşüp görüşmediklerine
dâir bir kayıt mevcut değildir. Belki de bu râbıta, daha sonra yapılacak
araştırmalara, bugün tamamlayıcı bilgilerden mahrum olduğumuz
için tahmin yürütemeyeceğimiz türden bir katkıda bulunabilir.
Hüseyin Efendi’den bahseden kaynaklar, onun âlim, zâhid ve müteşerri’
bir zât olduğuna vurgu yapmaktadırlar. Hacı Evhad zâviye şeyhliği yanında
kürsü vâizliği vazîfesini de deruhte etmiş, son olarak Süleymâniye kürsü
vâizliğine getirilmiştir.43 Bütün kaynaklarda tekrar edilen ve “Dervîş olan
âşık gerek ol yolda hem sâbit gerek / Ahkâm-ı Kur’ân’a uyup hem sünnete
râgıb gerek”44 beytiyle başlayan ilâhî, ondaki şerîat vurgusunu açıkça göstermektedir.
Bir tek şiirden hareketle Hüseyin Efendi’nin tasavvufî görüşü
hakkında hüküm vermek elbette isâbetli olmayacaktır. Ancak yine de şiire
yansıyan din gayretinin, Hayrân şerhinin yazılma sebebi ve muhtevâsına
yakın durduğunu söylemek yanlış olmaz. Yâni, Hüseyin Efendi’nin, şerhin
müellifi olma ihtimâli göz önünde bulundurulmalıdır.
b. Şerh Metninin Niyâzî-i Mısrî’ye Âidiyeti İhtimâli
Muhtemel şârihlerden biri, Niyâzî-i Mısrî’dir. Yunus çizgisinde şiir söyleyen
Mısrî, esâsen Eşrefoğlu’nun şiirlerine de yabancı değildir. Kendi el
yazısıyla tertip ettiği iki mecmûaya seçerek kaydettiği şiirler arasında,
Eşrefoğlu’nun şiirleri de vardır.45 Bir şâirin şiirlerini okumuş ve beğenmiş
olmak, elbette şerh etmek için yeterli delil teşkil etmez. Mısrî gerçi
42 Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, V, 75: “Şeyh Elîf Efendi, Tenşîtu’l-Muhibbîn’de yazıyorlar ki,
şeyhu’l-ârifîn kıdvetü’l-muhakkıkîn Hz. Şeyh Mısrî en-Niyâzî İstanbul’da, Yedikule civârında
bir hücrede i’tikâf buyurmuşlardır. Bu hücre el-ân hüsn-i muhâfaza olunur. Burada bilâhare
mesnevî-hân Hüsâmeddîn Efendi merhûm teberrüken oturmuştur.”
43 Şakaik-ı Nu’maniye, IV, 94.
44 “Terk eyleyip ser-keşliği isbât ede dervîşliği / İzhâr edüben merdliği hem kâmile tâlib gerek”
için bk. Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, haz. Adnan İnce, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, 2005, s. 289. Ayrıca isminin yer aldığı “Seyyîd
Hüseyin-i derd-mend bu yolda olsun serd-mend” son mısrâ için bk. Tezkire-i Safâyî, haz. Pervin
Çapan, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi,
2005, s. 285; Şakaik-ı Nu’maniye, IV, 94.
45 Abdülbaki Gölpınarlı, “Niyâzî-i Mısrî”, Şarkiyat Mecmuası, VII, 1972, s. 204, 208.
20
Meliha YILDIRAN SARIKAYA
şârihtir, Yunus’un iki şiirine şerh yazmıştır.46 Hayatı ve tasavvufî görüşleri
üzerinde bir hayli akademik çalışma bulunan Mısrî’nin eserleri arasında,
Hayrân şerhinden bahsedilmez.47 Oysa elimizde bulunan şerh nüshalarından
ikisi, üstelik istinsah tarihi en eski olanı, Mısrî’ye izâfe edilmektedir.
Şerh metninin başında, sebeb-i te’lif bölümünde şöyle bir açıklama yer
almaktadır: “Ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür
deyu çok güft u gû olmuşdur. Bu kasîdenin şer’a tatbîkın ve Eşref-zâde’nin
kelâmının te’vîlin ricâ ederim.” Pek çok tasavvufî şiir şerhinde tesâdüf
olunan bu kabil bir açıklama, kısaca “çevreden gelen ısrarlı talepler” şeklinde
kalıplaştırılabilir. Belirtilen gerekçeye göre, müellife mürâcaatta
bulunarak yukarıda alıntılanan cümleleri kuran kişi, “ihvân-ı bâ-safâdan
bir azîz”dir; yâni şârihin değer verdiği bir kimsedir. Bu kişi aynı zamanda
Eşrefoğlu’nun şiirine şüphe ile bakan ve şiirin şerîata muhâlif unsurlar
taşıdığını düşünen bir zümrenin, yazılacak şerh ile susturulmasını istemektedir.
Konu, sebeb-i te’lif bölümüne bu şekilde taşındığına göre, yâni
şârih bu talebi dikkate alarak şerh yazmaya karar verdiğine göre, söz konusu
“mütevehhim” yaklaşımı müsâmaha ile karşılıyor demektir. Doğrudan
böyle olmasa bile, en azından Eşrefoğlu’nun şiiri hakkında olumsuz
konuşan bir topluluğun âdetâ sözcülüğünü üstlenen bir dostuna az da olsa
hak verdiği anlaşılmaktadır. Neticede şiirin şerîat dâiresinde olup olmadı-
ğı konusunun hayli tartışıldığı anlaşılmaktadır.48 Burada sorulacak soru,
bu tavrın muhtemel şârihlerden hangisine yakın durduğu olmalıdır. Daha
doğru bir ifadeyle, dört isimden hangisi Eşrefoğlu hakkında ileri sürülen
bu türden bir şüpheyi ciddîye alıp şerhe tevessül eder? Meselâ Niyâzî-i
Mısrî, böyle bir itirazı hoş veya haklı görebilir mi? Bu suâlin cevâbını kesin
olarak verebilmek elbette mümkün değildir. Zaten eski metinlere bu tür
sorular yönelterek çözüm arayışına gitmek, bizde henüz yaygın olarak tatbik
edilen bir metot değildir.
46 Yunus’un iki şiirini şerh etmiştir. Bk. Kenan Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Dîvânı, Ankara: Akçağ
Yay., 1998, s. CLVIII-CLIX.
47 Sadece Kenan Erdoğan, “Niyâzî’ye Ait Olduğu Söylenen Diğer Eser ve Risâleler” başlığı altında,
herhangi bir yorum yapmadan, Süleymaniye Kütüphânesi, Hacı Mahmud Efendi, nr.
3254’te kayıtlı nüshayı zikretmiştir. Bk. Niyâzî-i Mısrî Dîvânı, s. CLXI.
48 Burada dikkat çeken husus, şiir üzerindeki şüphelerden ziyâde üsluptur. Kasîde-i Hayrân’dan
bahsettiği bir paragrafta Vassâf, aynı konuyu çok daha yüksek bir dil kullanarak şu cümlelerle
ifâde etmektedir: “(…) Tamâmen tevhîd-i zât neş’esiyle söylenmiştir. İlm-i zâhir neş’esiyle
tevfîk-i ma’nâda zorluk çekilir. Hz. Şeyh’in kemâlât-ı ârifânelerinin mertebe-i bülendine
delâlet eder.” Bk. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, I, 102.
21
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi
Şerhe, muhtevâ açısından bakıldığında, muhtasar bir metin olması-
na rağmen, beyitlerin genel olarak hangi tasavvufî yaklaşıma göre açıklandığı
az çok anlaşılmaktadır. Meselâ, hemen ikinci beyitte yer alan;
“Gözüm her kande kim baksa görünür sûret-i Rahmân” mısrâını şârih,
“Hazret-i Rahmân sûretden münezzehdir; ya’nî sûret-i rahmet-i Rahmân’ı
müşâhade ederim” cümlesiyle te’vîl etmeyi tercih etmiştir. Şârihin,
Rahmân’ın tecellîsine dâir tasavvurunu göstermesi bakımından temsil de-
ğeri olan bu cümle, aynı zamanda şerhe hâkim olan tasavvufî anlayışı da
yansıtmaktadır. Oysa Niyâzî-i Mısrî, söz konusu mısrâı böyle bir tevcîh
ile şerh etmek bir yana, bizâtihî benzer beyitler söylemiş bir sûfî şâirdir.
Birkaç örnek vermek gerekirse;
Hakk’ı istersen yüri insâna bak
Şems-i zât yüzinde rahşân eylemiş
Hak yüzi insân yüzinden görinür
Zât-ı Rahmân şeklin insân eylemiş49
beyitlerinde Mısrî, Eşrefoğlu’nun mısrâını biraz daha tahsîs ederek,
Rahmân’ın insan yüzünde tecellî ettiğini söylemektedir. Aynı yaklaşımı
görmek bakımından,
Âdem’ün vechinde Hakk’ı görmedi İblis la’în
Sûretâ gördi ki bir �