8 Haziran 2017 Perşembe

Hafız Halil Develioğlu Risalesi
Evveli Allah, Ahmedi Muhtar,
Darına nuru, oldu numayan,
Halkoldu muhabbet,biz ettik iman,
Lisanı kalp ile ikrarımız var.
Ebubekir, Ömer, Osman, Haydar-ı Kerrar,
Delilimiz olup, buldular irfan,
Rahi hakikatte, oldular mestan,
Yardımcımız haktır,imanımız var..
İmamı Hasan, nuş etti zehri,
Hazreti Mevlanın, böyledir emri,
Küllü men aleyha fan,buyurdu Gani,
Gelenler gitmekte, nişanımız var..
Kerbelada Hüseyini, ettiler şehit,
Katil merdut ol, şimiri pelit,
Cihanı zapt etti, nam aldı Yezid,
Za'nete şayeste, fermanımız var...
Dinleyin Yemenin, halin diyeyim,
Arayıp kendimi, kendim bulayım,
Olan vakaları, beyan edeyim,
Görmeden söylemem, seyranımız var...
1./..
Pir Hz.
Develizade Hafız Halil Efendi..
Mustafa Alagöz - 27/02/2009 20:49:30 (511 okunma)

VEFA

Anadolu’da yetişmiş çağdaş bilgelerden sevgili İsmail Emre’in bir doğuşu şöyle başlar: 
“Sabır gerek evvela.” 

Peki ne için? Bu soruya çok genel bir yanıt vermek yanlış olmaz, ama boş olur. Evet, her şey için; “sabır", her şey için.

Sözcükler kültürel yaşamdan edindiğimiz deneyimleri çağrıştırırlar ve ifade ederler. Her sözcüğün sözlük karşılığı vardır. Ama nasıl oluyor da aynı sözcükleri kullandığımız ve anlamını kesin olarak bildiğimiz (ya da öyle sandığımız) halde birbirimizle doğru dürüst anlaşamayız, birbirimizin bilincine ulaşamayız? İlişkilerde en çok aradığımız şey; iletişim, anlama ve anlaşılma sözcükler aracılığı ile olmasına karşın bu en güçlü iletişim aracı en güçlü didişme aracına dönüşüyor? 

Elbette araçta bir kusur yok, kusur bu aracı kullananlarda; iradesi kullananda olduğu için kullanılan her şey masumdur. 

İnsan olarak sadece bize özgü bir özelliğimiz de dil aracılığıyla da eğitiliyor oluşumuz, hatta biricik eğitim aracımız dil desek abartmış olmayız. Herhangi bir olgunun, olayın ve sözcüğün kökenine gitmek insanda bir heyecan yaratır. Belki geçmişe olan ilgimizin bu denli dirimsel olmasının bir nedeni de budur. Bir şeyin kökenine gitmek, yani kaynağına ulaşmak o şeyin tüm oluşum sürecini izleyebilmek demektir. Kaynağa ulaşmak tekrardan kurmak için ya da sorunu çözmek için en sağlam yoldur. Bütün mitoloji bunu yapar, psikolojik sorunların çözümünde geriye doğru gidiş bundan dolayıdır, kaynağa ulaşmak. Kaynağa ulaşan süreci yeniden oluşturabilir. 

Türkiye’nin çok önemli bir değeri kısa bir süre önce aramızdan ayrıldı. Dev bir çınar, sevgili Burhan Oğuz vefat etti. “Türkiye Halkının Kültür Kökenleri” adlı dizi eserleri ile okuyuculara ve bu konuda araştırma yapacak olanlara inanılmaz değerde bir miras bırakarak. Dile kolay 10 bin sayfa kadar yazılıp basılmış eser ve binlerce sayfa tutarında taslak halde baskıya hazır başka eserler. 

______________________0 ___________________

Burhan Hoca’nın yeni baskısı yapılacak bir eserinin üzerinde çalışma yapılması gerekiyordu, ben bunu üstlenmiştim. Kitap beslenme teknikleri üzerineydi. Herkesin başına gelmiştir; bir kitap okursunuz, bir film seyredersiniz, bir sohbete katılırsının ve kendinizce bir izlenimiz olur. Bu kitabı gözden geçirdiğimde üzerimdeki etkiye ben de şaşmıştım: “Vefa Duymak” … Bu sözcüğü binlerce kez duymuştum, sağda solda kullandığım da olmuştu. Bunun sadece bir insani duyarlılık, incelik gereği saygılılık vb. bir davranış olduğunu sanırdım, daha doğrusu öyle sanmışım… Çoğu alanda olduğu gibi burada da ne denli yüzeyde kaldığımı iliklerime kadar duyumsamıştım. Neden? Çünkü Vefa duymanın bir incelik, nezaket, hakbilirlik olmanın çok daha ötesinde varoluşsal bir sorumluluk olduğunu düşündüm. “Kavradım” diyemiyorum, çünkü bu derinlemesine deneyimlendikten sonra söylenebilecek ve sorumluluk isteyen bir duruştur. 

Günlük yaşamda kullandığımız herhangi bir eşya; giyecek, yiyecek, kullanılacak alet her ne olursa olsun, biliyoruz ki her birisinin bir tarihi var. Kullandığımız sözcükler, edindiğimiz bilgiler, alışkanlıklar, ilkeler ve daha niceleri… 

Burhan Oğuz ele aldığı konuyu sadece sağdan soldan toparladığı alıntılara hapsetmiyor, doğrudan kaynağına, kullanıldığı bölgelere giderek, kullanılma ve üretilme biçimini yerinde izleyerek, fotoğraflarını çekerek önümüze koyuyor. Yetinmiyor, aynı nesnenin tarih boyunca geçirdiği tüm evrimi de ortaya koyuyor. Böylece incelediği herhangi bir ürünün tüm yaşam serüvenini izleyebiliyoruz. Örneğin peynir, şarap, zeytinyağı, ekmek gibi… Bunların değişik coğrafyalarda, değişik kültürlerde nasıl ortaya çıktığı, bölgeden bölgeye, kültürden kültüre geçişlerde uğradıkları değişimleri bir zincir gibi izlemek mümkün oluyor. 

“Ne var bunda?” diye kolaylıkla bir soru akla gelebilir, elbette… Bu soruyu ben de kendime sordum, çevremdeki tüm eşyalara baktım, yediklerimi düşündüm, pişirilen yemekleri gözümün önüne getirdim, kullandığım araçların ulaşmış olduğu düzeye baktım. Şımarıklığı bir yana bırakıp biraz derinden bakınca şunu duyumsadım; benden önce tüm insanların emeklerinin üzerinde oturuyorum. Yaşamımı idame ettirmemi, varlığımı gerçekleştirmemi sağlayan her şey milyonlarca insanın birlerce yıldır biriktirdiği emeğin sonucu. Bir ayakkabı, giysi, herhangi bir yiyecek gibi nesneler zaten böyle; dahası konuşurken kullandığım sözcükler, edindiğim bilgilerin ve yetilerin hepsinde benden önce yaşamış insanların alın teri, çilesi ve ruhu var. Ve bu noktada büyük bir sorumluluk duygusu üzerinize çöküyor, ama hoşnutluk veren bir duygu; VEFA. 

Vefadan yoksun sorumluluk insan ruhuna bir külfettir, ama vefaya bağlı bir sorumluluk ise şefkat, sevgi, saygı ve gönüllülük içerir. Bu duygu insanı büyütüyor; kökünün derinlerde olduğunu, geleceğe dal-budak salacağını, geleceğin şimdideki kökü olduğu duygusunu yaşatıyor. 

İşte burada durdum; eleştirirken, beğeni belirtirken, yargıda bulunurken herhangi bir şey üretirken “kim olduğuna, nasıl olduğuna ve nasıl olabileceğine bak” dedim kendi kendime. Yaşam biçimlerini, kültürleri, inançları, fikirleri anlamaya çalışırken ve onlar hakkında konuşurken bağlı olduğun ve varlığının nedeni olan bu kökleri unutma, saygısızlık etme…

Burada oyun oynanmaz, varoluşunun kökenini umursamasan bile ne yazar, kökler alttadır, karanlıkta, derinlikte. Bizler bu köklerin çiçekleri ve meyveleri. Varlığımız bu köklerden gelir, çünkü bunlar yaratılmış, nesnel kılınmış ve bizim kullanımımıza sunulmuştur.

Ama aradığımız bu kadar mı? Sadece geçmişten bize kalan alet-edavatı, yiyecek-içeceği kullanmaktan mı ibaret? Elbette hayır: Çok alışıldık-duyduk bir sözcük olacak ama aradığımız aslında mutluluk, anlamlı bir yaşmam. Ne yazık ki mutluluk, anlamlılık gibi tinsel değerler ve deneyimler miras alınamıyor, bizzat bireyin kendisi tarafından yaratılıyor. Tarih bize olanakları miras bırakıyor, bu mirası kullanma sorumluluğu ve becerisi ise bizlere ait; vefalı olmayı bilmek ve vefalı yaşamak aradığımız mutluluk için olmazsa olmaz bir hayat damarıdır. Vefa duygusu olmayan bir insanın mutlu olabileceğini düşünemiyorum… 

Burhan Oğuz’un eserlerinde bu duyguyu görmek, yaşamak onu inceleyecek olan herkese açık. Emeğin ve sabrın ne olduğunu da insan iliklerine kadar duyumsuyor. Sabrı, daha çok gönülsüzce geçilen bir yaşam deneyimi, kurtulmak istenilen bir külfet olarak algılarız. Elbette içinde vefa duygusu yoksa böyle olur. Sabır; süreçte olmak demektir. Süreç ise varoluşun evrensel yasası, varlığın serüvenidir. Varoluşun akışına uymak sabırda olmak demektir.

Bilge ne güzel söylemiş:
“Sabır gerek evvela”
Pir Hz.Develizade Hafız Halil Efendi'nin mahpus olduğu zamanlarda zuhur eden şiiri..
Bir vakitte bir iş, geldi başıma,
Nefsi emmare, düştü peşime,
Bir haber erişti, can güşüne,
Yaktı dermanım, viran eyledi..
Nefsin sıfatları yedi melundur,
Anın büyüğü, tamu kafirdir,
Kin,buğz,gıybet,haset yeziddir,
Sallayıp vücudu, gıltün eyledi.
Arayın sorun, kibir nerdedir,
Bir büyük iş çıktı acep kandedir,
Zira ki uludur,her iş andadır,
Her kime uğrarsa, berbat eyledi..
Akıl gafil iken, cem oldu bunlar,
Sureti haktan, göründü anlar,
Tamu vesveseyle, giyindi donlar,
Emretti kalkanı, mahkem bağladı...
İim, sabır, kanaat, herzeye düştü,
Sadakat, ganaat, bunlar ulaştı,
Nedir feryadınız,söyleyin dedi,
Bastı düşman bizi, berbad eyledi...
Bu sıfatlar, bir vücuda girerse,
Tarafı etrafın, bütün sararsa,
Müstakim olmayıp, bir kul azarsa,
Matlubu vesavis, hüsran eyledi...
Hakikat körleri, dergahın görmez,
Hakkın ismini, diline almaz,
Hak rahına doğru, bir hatve almaz,
Fucurat yüzünden, fesat eyledi...
Sazendeler varsa, arayıp bulur,
Baktıkça anlara, akıl lal olur,
Aşkı himaride, dayanır kalır,
Kendi işini, evzar eyledi...
Seyredin haline, dikkatle bakın,
Uymayın o yola,beladır,sakın,
Hak zahirdir,görür,edebin takın,
Uyanlara haktan, cuda eyledi...
Girdi bizim küfre,hoşbeş ettiler,
Ezelden bilir gibi, gardaş ettiler,
Birkaç gadeh sunup, sarhoş ettiler,
Akıl zaif olup,devran eyledi...
Bağırıp çağırıp, yiğidim derdi,
Naralar haykırıp, bir benim derdi,
Kamasın çıkarıp,pir benim derdi,
Kendisin ol vakit, aslan eyledi..
Kendisine ahbab, olan kardaşlar,
Canları sıkılıp, savuştu bunlar,
Yalnız kalıp, sövüp, hem ağlar,
Ziyan gördüm deyü, buhtan eyledi..
Saat üç, dört olup, karakol geldi,
Nice mahpusların, ciğerin deldi,
Bir iki sarhoşu, zincire takdı,
Görünce bu hali, feryad eyledi...
Alıp götürdüler, zindan içine,
Suçunu bilip de, bakar kıçına,
Yatırırlar bitli, hasır içine,
Eline geçerse, şükran eyledi...
Cihanı ararsan, çok bulun deli
Asıtaneli, gemici Ali
Bir hasır parçası, sanki bir halı,
Dört kişi sarılıp, kavga eyledi...
Gariplere hürmet,ikramı izzet,
Bir hasır parçası taltifi rağbet,
Zindancı başından oldu inayet,
Böyle ihsan ile mihman eyledi...
Hafız haline, şükreyle daim,
Teslim ol mürşide, olagör kaim,
Dü cihan bulursun, izzeti daim,
Sabrı kanaatı, sultan eyledi...
Pir Hz.
Develizade Hafız Halil Efendi...
Hafız Halil Develioğlu
Methi Nebi
Muhammedin gül yüzünü,
Daim dinleyin sözünü,
Ayırmaz izden izini,
Uyan gelsin bu meydana..
Muhammedin nur kaşları,
İncidendir hem dişleri,
Ayan oldu cümbüşleri,
Gören gelsin bu meydana..
Muhammedin dahi nuru,
Zuhur etti olduk diri,
Çıkar darı,göster varı,
Geçen gelsin bu meydana...
Muhammetdir kamu halka,
Olupdur pişira hakka,
Eğer ala eğer sufla,
Gelen gelsin bu meydana..
Muhammeddir muhammeddir,
Kamu halka saadetdir,
Daim nuru numayandır,
Gören gelsin bu meydana...
Kalemler tasvir edemez,
Bu göz nurunu göremez,
Sağır sözünü duyamaz,
Duyan gelsin bu meydana....
Bu varlıklarla varılmaz,
Göz ile kulak açılmaz,
Yar ile ağyar seçilmez,
Seçen gelsin bu meydana...
Gündüzün oldular saim,
Geceler suphedek kaim,
Hakkın kurbanda hem kain,
Duran gelsin bu meydana...
Muhammedi bulan buldu,
Ki nefsini bilen bildi,
Ki çekmez masiva kaygı,
Seçen gelsin bu meydana..
Hafız sırrı derununda,
Ki saklar daim sende,
Ara bul sen seni sende,
Bulan gelsin bu meydana..
Pir hz.
 Develizade Hafız Halil Efendi..
Hafız Halil Develioğlu.
BEYİT
Bakmazlar cihana,cevher de olsa
Bir anda yıkılıp virane kalsa,
Atlas kumaş ile bütün bezense,
Nura gark-olmuşlar, Tufancasına.
Hallerin görenler, hayrette kalır,
Kemal-ehli olan, birbirin bulur,
Tilki, çakal görse ne İbret alır?...
Gezerler Nasutu, merdancasına.
İlm-i Ezeli'de "Elest?" Bezminde,
AŞK-ile olmuşlar onlar alude,
Birbirin görmüşler "Kaalu bela" da
Ahte vefadalar, ikrarcasına.
Zahirde, bātında ālem hâmiller,
Muradları Haktır, Hak'ta Kâmiller,
Zevk-u-sâfâ ile mestân-olurlar,
Gamları zevk-olur, irfancasına.
Amelsiz ilimle dâva ederler,
Terk-i amel ile mahbût-olanlar,
Terk-i sıfat-etmez, mağbûn- olanlar
İnatları kavi hayvancasına.
Her bir şey aslına rücû gerektir. (X)
Bilmezse bu remzi, ana merkeptir,
Hak divânelerine tuzak kuranlar,
Gezerler âlemi, dellâlcasına.
Âşıklar, "Kesret" i " Vahdet" ederler,
"Vahdet"i hem dahî "Kesret" ederler,
Her derde çâreyi anlar ederler,
İlaçları vardır, Lokmancasına.
Ko dâvâyı, sofu! Bir Kâmil ara,
Vakt-ola, himmeti sana da ere,
Belki- Sultân-olur, kul vara vara,
Gezerler âlemi, insancasına.
"Hakikat" okuyan "Mânâ"yı bilir,
Öz nefsin öldüren, âlem öldürür,
Kendi hayat bulsa, âlem hay olur,
Dâvâyı terkeder, irfancasına.
(Hıfziyâ)! Sen seni bildinse eğer,
Oku Kelâmullah, kendini uyar,
Sonra bak, bu devran, sana da güler,
Müstakim- ol sen de sâdıkçasına.
(X) Her bir aslına.
Hifziyâ Develioğlu nun mahlası
Hafız Halil Develioğlu.
Atatürk rüyasında Peygamber efendimizi görmüş
Rahmetli Gazi''yi bize nasıl tanıttılar, nasıl Bugün, artık son nefesini "Saat kaç?" diye değil (ölüm ânında yanında bulunanların şahadetiyle), "Ve Aleykümselam!" diye verdiğini kesinkes öğrendiğimiz Rahmetli Gazi''ye ait iki hatırayı daha Yusuf Koç ve Ali Koç kardeşlerin son çalışmaları "Başbuğ Atatürk" adlı eserlerinden sizlerle paylaşacağız. Bakalım iftiracı vicdanlar tövbe edecekler mi? "Memleketin her tarafında çetin bir mücadele ve mukavemet başlamıştı. Ankara bir kurtuluş burcu ve Mustafa Kemal''in adı bir bayrak olmuştu. Antep, mücadele günlerinin acı bir devresiydi. Memlekette istiklâl şuurlaşmış, topyekûn bir vuzuh kazanmıştı. O zaman ilkokulun ihtiyari sınıfındaydım. Bir sabah okula geldiğim zaman çocukların bahçede toplanmış olduğunu gördüm. Din dersleri muallimi Hafız Halil Efendi''nin konuşacağını söylediler. Halk da okulun bahçesinde toplanmıştı. Az sonra Hafız Halil Efendi kürsüye çıktı. Titrek fakat heyecanlı bir sesle: ''- Din kardeşlerim, sizi Şeyh Sunusî Hazretlerinin bir tebşiri için buraya topladım'' dedi ve şu vakayı anlattı: ''- Şeyh Sunusî Hazretleri bir gece Peygamberimizi rüyasında görmüş ve koşup elini öpmek istemiş. Peygamber kendisine sol elini uzatmış, buna şaşıran ve mahzun olan Şeyh, Peygambere hitaben: - Ya Resulâllah niçin sağ elinizi vermediniz? Diye sual edince şu cevabı almış: "Sağ elimi Ankara''da Mustafa Kemal''e uzattım." Bu rüyayı anlatan Hafız Halil Efendi''nin elleri, çenesi ve dili titriyordu. Gözleri dolu doluydu; hitabesi kalabalığı etkilemişti. Birden gür ve imânlı bir sesle: -Ey ahali, Mustafa Kemal muzaffer olacak, Peygamber Efendimizin sağ eli onun elindedir. Buna iman edin!.. diye haykırdı ve kürsüden indi. Sonradan öğrendiğime göre, Merhum Hafız Halil Efendi bu rüyayı camide va''zetmiş ve onu imanlı tefsirlerle tamamlamıştır." "Avni Altıner, Her Yönüyle Atatürk, s. 153-155) *** İstiklal Harbi günlerinde, Sakarya Meydan Muharebe''lerinin en kritik dönemlerinde, top seslerinin Ankara''dan duyulmaya başlandığı ve Büyük Millet Meclisi''nin Kayseri''ye nakledilmesinin bile düşünüldüğü günlerde Atatürk, günlük çalışmalarının büyük bir kısmını yürüttüğü ve bugün müze olarak değerlendirilen Ankara Tren İstasyonundaki evde, bir sabah erken kalktığı bir sırada Çavuş Ali Metin''e: Acele olarak Fevzi Paşa''yı telefonla ara, bul ve hemen buraya gelmesini söyle. Diyor. Ali Metin, Fevzi Paşa''yı telefonla arayıp bulduğunda, Fevzi Paşa da Atatürk''ün yanına gelmek üzere, hemen evden çıkmakta olduğunu söylüyor. Fevzi Paşa Atatürk''ün yanına girince, Atatürk ona bir kâğıt kalem uzatıp: Bugün gördüğün rüyayı yaz ve bana ver, diyor. Kendisi de bir kâğıt kalem alıp aynı şekilde o gün gördüğü rüyayı, Fevzi Paşa''ya vermek üzere yazmaya başlıyor. Yazma işi bittikten sonra, her iki Paşa da karşılıklı olarak yazdıklarını alıp okuyorlar ve okuma işi bittikten sonra birbirlerine bakıp sevinçle gülümsüyorlar. Her ikisinin de yazdıklarını kendi kâğıtlarından okuyan Ali Metin, her iki kâğıtta da şu rüyanın yazılmış olduğunu görüyor: Hz.Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Hacı Bayrâm-ı Velî''ye diyor ki: "-Mustafa''ya söyle, korkmasın, sonunda zafer onların olacak." Bilindiği gibi, aynı gecede rüyalarında Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizi, Hacı Bayrâm-ı Velîye bu sözleri söylerken gören o iki muzaffer kumandanın o günkü isimleri, ''Mustafa Kemal'' ve ''Mustafa Fevzi''dir.
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi Meliha YILDIRAN SARIKAYA* .............................................devam Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi Ancak nüsha sayısının fazla olması da müellifin Salâhî olduğunu söylemek için yeterli delil teşkil etmez. Bilindiği üzere istinsaha kaynak teşkil eden metinde yer alan herhangi bir yanlış bilgi, kopya yoluyla çoğaltma sonucunda yaygınlaşmaktadır. Elimizde müellif hattı nüsha da olmadığına göre şârihin Salâhî olduğunu kesin bir dille söylemek mümkün değildir. Salâhî nüshalarının diğerlerinden bâriz farkı, müellif isminin sebeb-i te’lif kısmında; “Bu hakîr Salâhî derd-mende ihvân-ı safâdan bir azîz gelüp ricâ tarîkı ile…”56 şeklinde başlayan cümlede görüldüğü üzere, bizâtihî yer almasıdır. Metin karşılaştırmasına dâhil edilen diğer müelliflerin nüshalarında ise müellif isimleri ya sadece başlıkta veya ferâğ kaydında zikredilmiştir. Sebeb-i te’lif bölümündeki bu farklılığı belirttikten sonra yine bu bölümle ilgili bir hususu daha vurgulamak gerekir. Bilindiği üzere Salâhî, şârih olarak temâyüz etmiş bir sûfîdir. Şerhleri üzerine yapılan çalışmalara bakıldığında onun, Eş- refoğlu şerhi dışındaki Türkçe şiir şerhlerinin hiç birine sebeb-i te’lif yazmadı- ğı görülmektedir. Yâni böyle bir teâmülü yoktur. Şu halde şerhin asıl müellifi Salâhî ise niçin sadece bu şerhe sebeb-i te’lif yazmıştır? Bu suâli kat’î bir şekilde cevaplamak mümkün olmasa da şöyle bir çıkarıma müsâittir; Salâhî kaleme aldığı şerhlerin te’lif sebebini belirtmediğine göre bu şerh ona âit olmayabilir. Salâhî’nin diğer şerhlerini, meselâ Niyâzî-i Mısrî’nin şiirlerine yazdığı şerhleri muhtevâ açısından Hayrân şerhi ile karşılaştırmak da müellifi tespit husûsunda yardımcı olacaktır. Mısrî’nin üç gazelini şerh etmiştir. Bu şiirlerden özellikle, İki kaşın arasında çekti hatt-ı istivâ Alleme’l-esmâyı ta’lîm etti ol Hüdâ matlâlı gazel, Hayrân kasîdesini hatırlatan beyitler ihtivâ etmektedir. Söz konusu gazelin; Kande birler Hakk’ı inkâr eyleyen bu Mısrî’yi Zâhir olmuşken yüzünde nûr-ı zât-ı kibriyâ beytini Salâhî, “Yâni Mısrî mazhar-ı âsâr-ı sıfât-ı Hak ve mücellâ-yı envâr-ı cemâl-i mutlak olmuş iken Mısrî’nin masdar-ı hidâyet olduğunu inkâr eden Hakk’ın birliğini kande tahkîk eder”57 cümlesiyle şerh etmektedir. 56 Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi, nr. 254. 57 Abdullah Çaylıoğlu, Niyâzî-i Mısrî Şerhleri, İstanbul: İnsan Yay., 1999, s. 103. Mısrî’ye şerh yazan müelliflerin ayrıntılı bir listesi için bk. Mustafa Erdoğan, “Niyâzî-i Mısrî Şerhleri”, Dergâh, sayı: 71, 1996, s. 15-17. 24 Meliha YILDIRAN SARIKAYA Buna göre müellif, herhalde Mısrî’nin ve onun şahsında insân-ı kâmilin vechinde, Hakk’ın cemâl sıfatlarının nurlarının göründüğünü söylemektedir. Şârih, diğer şerhlerinde de âdeti olduğu üzere şerhi, kendi şiiriyle desteklemektedir. Âdem yüzü kim âyîne-i vech-i cemîldir İm’ân-ı nazar et mazhar-ı esmâ-i celîldir Her yüzde nümâyân iken envâr-ı cemâli Bu göz ki; onu görmeye elbette alîldir58 beyitleriyle, Mısrî’nin mısrâını sadece farklı kelimelerle, fakat neredeyse aynı şekilde tekrar etmiştir. Oysa Kasîde-i Hayrân’daki “Gözüm her kande kim baksa görünür sûret-i Rahmân” mısrâı hatırlanacağı üzere; “Hazret-i Rahmân sûretden münezzehdir; ya’nî sûret-i rahmet-i Rahmân’ı müşâhade ederim” cümlesiyle, sınırlayıcı bir yaklaşımla şerh ediliyordu. Bu açıklama, esâsen tevhîd anlayışında bir başka yaklaşımı benimseyen veya en azından mısrâda ifadesini bulan vahdet-i vücûd tasavvurunu kelâm çizgisine çekmeye gayret eden bir endişenin eseridir. Kelâm terimleri ile söylenecek olursa bu şerh, Eşrefoğlu’nun sözünü teşbîhten tenzîhe çekme gayretinin bir neticesi gibi görünmektedir. Bu çaba, şerhin “sebeb-i te’lîf” kısmında dile getirildiği gibi, şiirin “şer’-i şerîfe muhâlif olmadığı- nı göstermek” maksadına hizmet ettiği halde, Salâhî’nin Mısrî şerhinde açıkça görülen yaklaşımı ile örtüşmemektedir. Yâni bu şerh, Salâhî’nin de olmayabilir. d. Şerh Metninin İbrâhîm Efendi’ye Âidiyeti İhtimâli Kasîde-i Hayrân şerhi nüshalarından ikisi, Sa’dî şeyhi İbrâhîm Efendi’ye izâfe edilmektedir. İbrâhîm Efendi hakkında elimizde, Millî Kütüphâne nr. 3763/4’deki yazmanın istinsah kaydında yer alan, “Havsa’da tarîk-ı Sa’diyye meşâyihlerinden eş-Şeyh İbrâhîm Efendi merhûm şerh buyurmuş- lar” cümlesinden başka mâlumât bulunmamaktadır. İbrâhîm Efendi’nin Havsa’da,59 muhtemelen bir Sa’dî tekkesinde irşad vazîfesini deruhte etmiş 58 Abdullah Çaylıoğlu, Niyâzî-i Mısrî Şerhleri, s. 103. 59 Havsa bilindiği üzere bu gün Edirne’nin ilçelerindendir. Metnin sebeb-i te’lîf kısmında yer adı, “karye-i Hafsa” şeklinde yazılmıştır. Vaktiyle Havsa, İstanbul-Edirne yolunun mühim noktalarından olduğu halde, demiryolu yapıldıktan sonra eski değerini kaybetmiş ve XIX. asır sonlarında 1000 nüfuslu küçük bir kasaba hâline gelmiştir. Bk. Şemseddin Sami, “Havsa”, Kamûsü’l-A’lâm, İstanbul: Mihran Matbaası, 1308, III, 1998. 25 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi olduğundan hareketle Sa’diyye tarîkatı üzerinde yapılan çalışmalar tetkik edilmiştir. Söz konusu tarîkatın İstanbul, Anadolu ve Rumeli’deki temsilcileri arasında tabiatıyla çok sayıda şeyh İbrahim Efendi vardır.60 Ancak Havsa’da bir Sa’dî tekkesinden bahsedilmemektedir.61 İbrâhîm Efendi’nin kimliği tespit edilemediği için asıl konu ile irtibât da sağlanamamış, yâni Hayrân şerhinin İbrâhîm Efendi’ye âit olup olmadığı üzerinde fikir yürütme imkânı maalesef bulunamamıştır. Sonuç Kasîde-i Hayrân şerhi, elimizdeki yazmalardan hareketle isimleri tespit edilen ve yukarıda ayrı ayrı tetkîk edilen dört sûfî müelliften birine âit olabileceği gibi hiçbirine de âit olmayabilir. Eşrefoğlu’ndan bahseden kaynaklar, bu şiirin birden fazla şerhi olduğunu söylemekle birlikte elimizde hâlâ bir tek şerh metni bulunmaktadır. Meselâ Bursalı Mehmed Tâhir, Niyâzî-i Mısrî’nin halîfelerinden olan Sahfî62 Mehmed Efendi (v. 1146/1733-34)’nin gayr-ı matbû bir Hayrân şiiri şerhi olduğunu kaydetmektedir.63 Sahfî veya diğer bir okuyuşla Suhfî, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin “Çalabım bir şar yaratmış iki cihân arasında” ilâhîsini şerh etmiştir.64 Söz konusu metin yerinde tespit edilebilmesine rağmen Hayrân şerhi maalesef bulunamamıştır. Sahfî’den bahseden kaynaklar, bu şerhten kesin bir dille söz ettikleri halde metnin ortada olmaması dikkat çekicidir. Bu durum şöyle bir ihtimâli hatıra getirmektedir. Muhtevâ açısından bakıldığında Mısrî’ye âit olmayacağı anlaşılan şerh, belki de Sahfî’nin eseridir. Hem Mısrî’nin halîfelerinden olması hem de Mısrî dergâhında irşâd vazîfesini deruhte etmesi, böyle bir iltibâsa sebep olmuş olabilir. Yâni kısacası, kesin 60 Tasavvuf tarihi kaynak ve araştırmalarında Sa’diyye tarîkatı şeyhleri çok sayıda “İbrâhîm Efendi” vardır. Bu isimlerden bir kısmı için bk. Hür Mahmut Yücer, Şeyh Sa’deddîn Cebavî ve Sa’dîlik, İstanbul: İnsan Yay., 2010, s. 119, 161, 178, 211, 217, 243. 61 Selami Şimşek, Edirne’de Tasavvuf Kültürü, İstanbul: Buhara Yay., 2008, s. 285-289. Sa’dîlik üzerine yapılan kapsamlı bir akademik çalışmada; Edirne’de iki, Tekirdağ’da üç Sa’dî tekkesinden bahsedilmekle birlikte, bu tarîkatın Havsa’daki gelişimi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Bk. Hür Mahmut Yücer, age, s. 229-234. 62 “Sahhâf” mahlasıyla da anılan bu zâtın ismi bazı yazmalarda “Suhfî” şeklinde harekelenmiştir: “Suhfiyyu’l-Burseviyyu min hulefâi eş-şeyh Muhammed el-Mısrî en-Niyâzî” için bk. Süleymâniye Kütüphânesi, Hacı Mahmud Efendi, nr. 3427. 63 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I, 103. Aynı bilgi Vassâf tarafından da tekrar edilmektedir. Bk. Sefîne-i Evliyâ, V, 102. Sahfî aynı zamanda Bursa’daki Mısrî âsitânesi postnişînlerindendir ve eserleri arasında tasavvufî şiir şerhleri vardır. Bk. Mehmed Şemseddin, Bursa Dergâhları, haz. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yay., 1997, s. 521. 64 Süleymâniye Kütüphânesi, Hacı Mahmud Efendi, nr. 3427. 26 Meliha YILDIRAN SARIKAYA bir neticeye ulaşıncaya kadar, Sahfî de elimizdeki şerh metninin muhtemel müelliflerinden birisi olarak düşünülebilir. Hayrân şerhi nüshalarının sayıca fazla olması, şiirin ve dolayısıyla şerhinin vaktiyle ziyâde rağbet gördüğü, takdir ve tavsiye edildiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. İstinsah edilen nüshalarda şârihler için sıralanan hürmetli ifadelerden anlaşılan odur ki; müellif olarak gösterilen isimlerden herhangi biri bu şerhi yazmamış olsa bile, en azından müntesipleri tarafından bu metin kendilerine yakıştırılmıştır. Netice îtibârıyla elimizdeki metnin asıl müellifi kat’î şekilde tespit edilememekle birlikte şerhin Salâhî’ye âit olduğuna dâir tekrar edilegelen bilgi de artık şüphe içermektedir. Kasîde-i Hayrân Şerhinin Metni Yukarıda muhtemel şârihlere âidiyeti tartışılan Hayrân şerhinin burada tam metni verilecektir. Yalnız bu neşirde, herhangi bir yazma neşri için kullanılan edisyon kritik kaidelerini alışılagelenden biraz farklı şekilde tatbik etmek gerekmektedir. Karşılaştırmalı metin neşri, bir müellifin birden fazla nüshası bulunan eserini orijinaline en yakın şekilde tespit etmeyi hedeflerken, Hayrân şerhi, müellifinin teşhis edilememesi sebebiyle bu maksadın biraz uzağında kalmaktadır. Eldeki nüshaların ayrı müellifler adına kayıtlı olması zâten başlı başına bir problemdir. O sebeple, farklı müelliflere nispet edilerek istinsah edilen metinlerin her biri, hakîkatte müellif adlarından sarf-ı nazarla, aynı yazmanın farklı nüshaları olarak görmek yoluna gidilmiş ve nüsha farkları bu şekilde gösterilmiştir. Metin neşri için esas alınan nüsha, Niyâzî-i Mısrî’ye nispet edilen nüshalardan biridir. Bu nüshanın, elimizdeki metinler arasında en eski istinsah târihini taşıyor olması, başlıca tercih sebebimiz olmuştur. Ayrıca bu metnin imlâsı, diğer Mısrî nüshasına kıyasla daha az hatâlıdır. Gerçi nüsha sayıları açısından bakıldığında en çok nüsha, Salâhî-i Uşşâkî adı- na kayıtlıdır. Fakat Salâhî nüshalarından biri daha önce bir yüksek lisans çalışması içerisinde neşredildiği65 için burada sadece karşılaştırmaya dâhil edilmiştir. Kısacası Mısrî nüshası sırasıyla; Salâhî, Hüseyin Efendi ve İbrâhîm Efendi yazmalarından seçilen birer nüsha ile karşılaştırılmış ve farklar dipnotlar kısmında gösterilmiştir. Karşılaştırmaya dâhil edilen metinler her defasında tam künye ile zikredilmeyip her biri için hatırlatıcı kısaltmalar kullanılmıştır. Buna göre Niyâzî-i Mısrî’ye izâfe edilen nüsha, 65 Hafize Keleş, Selâhaddin-i Uşşâkî ve Türkçe Tasavvufî Şiir Şerhleri, s. 41-48. 27 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi “N”; Salâhî-i Uşşâkî nüshası, “S”; Hüseyin Efendi nüshası, “H” ve son olarak İbrâhîm Efendi nüshası, “İ” kısaltmasıyla gösterilecektir.66 Metinde transkripsiyon alfabesi kullanılmamakla birlikte benzer harflerin iltibâsını önlemek için kalın harflerdeki uzun sesler, “mahlûkāt” kelimesinde olduğu gibi düz çizgi ile gösterilmiş; hece ve kelime sonundaki “hemze” ve “ayn” harfleri de “neş’e” ve “da’vâ” örneklerinde görüldüğü üzere birbirinden tefrîk edilecek şekilde yazılmıştır. Türkçe’de çok kullanı- lan bazı duâ cümleleri dışında Arapça iktibaslar aslî harfleriyle dizilmiştir. Esâsen Kasîde-i Hayrân nüshaları arasında muhtevâyı etkileyecek türden mühim bir farklılık yoktur. Sadece metinde zikri geçen isimlerin başında ve sonunda yer alan duâ ve hürmet ifâdelerinde, müstensih müdâhalesi olabilecek türden bazı değişiklikler görülmektedir. Tabiî asıl farklılık müellif isimlerinde olduğu için metin te’sîsi metodu kullanılmamış, dört metin arasındaki kelime farklarının ve ta’lîkat düzeyindeki ilâvelerin tamâmına işâret edilmiştir. Metni burada neşretmemizin asıl sebebi, dört ayrı isme izâfe edilen nüshaların gerçekten de aynı şerh olduğuna dâir tespitimizi, bir de metin üzerinde göstermektir. 66 Bu nüshaların her biri, “Kasîde-i Hayrân’ın Şerhleri” üst başlığı ve muhtemel şârihlerin isimleri altında ayrı ayrı tanıtılmıştır. Tekrar hatırlamak gerekirse, karşılaştırmaya dâhil edilen Niyâzî-i Mısrî nüshası (N), Sadberk Hanım Müzesi Kütüphanesi, Hüseyin Kocabaş Yazmaları, nr. 320’de; Salâhî nüshası (S), Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşâkî Tekkesi, nr. 254’te; Hüseyin Efendi nüshası (H), Yapı Kredi Sermet Çifter Araştırma Kütüphanesi, nr. 17’de ve İbrahim Efendi nüshası (İ), Millî Kütüphâne, nr. A 3763’te kayıtlıdır. قصيدۀ حيران Kasîde-i Hayrân 30 Meliha YILDIRAN SARIKAYA Metin [51a ] Cenâb-ı Kutb-ı İrfân Şeyhu’ş-Şuyûh Muhammed Mısrî Hazretlerinin Şerhleridir1 Bismillahirrahmânirrahîm ve bihi2 Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü alâ nûri’l-âlemîn ve alâ âlihi 3بدریا در منافع بیشمارست / وگر خواهی سالمت در كنارست .ecmaîn ashâbihi ve [Her ne kadar denizde bulunan faydalar sayısızsa da eğer selâmet istersen sahildedir.] mısdâkınca karye-i tekye-nişîn iken ihvân-ı bâ-safâdan bir azîz bize gelüp ricâ edüp4 Eşref-zâde kuddise sırruhu hazretlerinün,5 “Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân” kasîdesi nasara yansuru bâbına muvâfık olmayup i’râb binâ kāidesine gayr-ı mutâbık olmakla6 hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft-gû olmuşdur.7 Bu kasîdenün şer’a tatbîkın ve Eşref-zâde’nün kelâmınun8 te’vîlün ricâ ederim dedikde, [51b ] ne kadar râh-ı taallüle9 zâhib oldum ise çâre olmadı ilhâh u ikdâm edüp10 ْ َر ْه َن َلاَ ت َل ف ِ َّ ائ َّا الس َم أ َ و] Sakın isteyeni azarlayıp kovma. (Duhâ, 93/10)] deyu11 hezâr dil-nüvâzlık edüp Hazret-i Azîz’in, kelimât-ı dehşet-âmîzin şer’a tatbîkde keşf-i râz12 lâzım gelmez belki ecr-i cezîl lâzım gelir dedikde; Azîz-i utekā-yı hüviyyetin meyhâne-i aşkda13 mest-i lâ ya’kıl 1 Cenâb-ı Kutb-ı İrfân ... Şerhidir N: Güfte-i Eşref-i Rûmî kuddise sırruhu Şerhu’ş-Şeyh Abdullâh Salâhî-i Uşşâkî Balıkesîrî S, Şerh-i İlâhî Şeyh Eşref-zâde Abdullâh er-Rûmî el-Kādirî kuddise sırruhu [derkenâr] Şârih-i İlâhî el-Hâc Evhadüddîn Şeyhi Hüseyin Efendi kuddise sırruhu H 2 Bismillahirrahmânirrahîm N: + انه و سلیمان من انه İ; ve bihî N: -S, -H, -İ 3 ve’s-salâtü ... ecmaîn N: ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Resûlinâ Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihî. Beyt S, ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Nûr ve alâ âlihi ve ashâbihi. Beyt H, ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Resûlinâ Muhammedin nûru’l-kevneyni ve âlâ âlihi ve ashâbihi. Beyt İ 4 mısdâkınca ... gelüp ricâ edüp N: mısdâkınca bu hakîr Salâhî derd-mende ihvân-ı safâdan bir azîz gelüp ricâ tarîki ile S, mısdâkınca karye-i tekye-nişîn iken ihvân-ı safâdan bir azîz gelüp ricâ edüp H, mısdâkınca karye-i Hafsa’da kûşe-nişîn iken ihvân-ı safâ ve yârân-ı bâ-vefâdan biri azîz gelüp ziyâretimiz ricâ edüp İ 5 Eşref-zâde kuddise sırruhu hazretlerinün N: Eşref-zâde merhûmun S, Eşref-zâde merhûmun H, Eşref-zâde kaddesallâhu sırrahu’l-azîz hazretlerinin İ 6 gayr-ı mutâbık olmakla N: mutâbık olmamak ile İ 7 olmuşdur N: eylemişlerdir S 8 şer’a tatbîkın ve Eşref-zâde’nin kelâmının N: şer’a tatbîk vechi üzerine Eşref-zâde merhûmun kelâmının S, tatbîk ve Eşref-zâde’nin kelâmın H 9 ne kadar râh-ı taallüle N: ne kadar muillen teâkul-i teallül[e]? İ 10 ilhâh u ikdâm edüp N: +bu vecihle S 11 deyu N: mefhûmunca S 12 râz N: râzî İ 13 Azîz-i … aşkda N: Hazret-i Azîz’in ankā-yı hüviyyet meyhânesinde aşkla S, Azîzi ankā-yı hü- viyetin meyhâne-i aşkla İ 31 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi olup etdiği nağamât-ı meczûb-evdâ’-ı hâlâtını14 ukalâya tefhîm etdirmek müşkildir,15 humakāya ne vechile dersiz.16 Beyt: Bular sır remzidür deryâya sığmaz / Ki her söz zâhir ile çün bilinmez17 Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân Ene’l-Hak sırrını cândan anınçün kılmadum pinhân18 Tecellî, murâd muttakînün âlem-i gaybda19 kalbine tulû’ eden nûr,20 sırr-ı ene’l-Hak, sırr-ı hilâfetdir. Müstahlef ile müstahlif hükümde birdir.21 Mevlâ’nın kuluna tevkîr ve tekrîmidir. Tecellî nûrunun22 zuhûrunda olan hayretden elezz-i eşyâ23 bir şey yokdur.24 Havf-ı cahîm içün ibâdet edenler abd-i ecîrdir.25 Abd-i hâs olanlar! Bu devleti Mevlâ her isteyene vermez, dilediğine verir.26 Aceb hayrân-ı mestem ki27 bilişden bilmezem yârı Gözüm her kande kim baksa görinür28 sûret-i Rahmân Hazret-i Rahmân29 sûretden münezzehdir, ya’nî sûret-i rahmet-i Rahmân müşâhade ederim. Hattâ muvahhidînin nâr-ı cahîm ile terbiye 14 nağamât-ı … hâlâtını N: nağamâtı ve bu vecihle olan evdâ’ ü hâlâtı S, nağamâtı meczûb-ı evdâ’ u hâlâtını H, nağamâtı meczûb-ı Hudâ olanın evdâ’-ı hâlâtını İ 15 müşkildir N: +lâkin ehl-i insâfa göre âsândır S 16 dersiz N: anladursuz H, anladursun İ 17 Bular sır ... çün bilinmez N: Ulûm-ı zâhir ile Hak bulunmaz S, Ulûm-ı zâhir ile çün bulunmaz H, Bunlar birer remizdür deryâya sığmaz / Ulûm-ı zâhir ile çün bulunmaz İ; bilinmez N: +Kāle Eşref-zâde kuddise sirruhu S 18 cândan ... pinhân N: cânım anınçün kılmadı pinhân S, etmedi pinhân H; eylemem pinhân İ 19 Tecellî N: +Ma’lûm ola ki S; murâd muttakînün N: mürde-i sâlik-i muttakînün S, mürde-i muttakînün H, merd-i muttakînün İ; gaybda N: gaybdan İ 20 nûr N: nûrdur S, nûr-ı neyyir-i ene’l-Hak H 21 ile müstahlif N: -S; birdir N: berâberdir İ 22 nûrunun N: +ve tecellînin S 23 elezz-i eşyâ N: elez bir şey S 24 Tecellî ... yokdur N: Tecellî nûrunun zuhûrunda olan uşşâka bir şey yokdur İ 25 abd-i ecîrdir N: abd-i şerîrdir ve na’îm-i cennet içün ibâdet edenler abd-i ecîrdir abd-i hâs olanlar nûr-ı tecellînin zuhûrunda mest ü hayrân olanlardır S, H, abd-i sû’dur ve na’îm-i cennet içün ibâdet edenler abd-i ecîrdir abd-i hâs olanlar nûr-ı tecellînin zuhûrunda mest-i hayrân olanlardır İ 26 dilediğine verir N: +ancak S, istediğine verir İ; verir N: +Kāle Eşref-zâde kuddise sirruhu S, +Beyt İ 27 hayrân-ı mestim ki N: hayrân u mestim S, hayrân u mestim ki H 28 görinür N: görinen S 29 Hazret-i Rahmân N: -Hazret S 32 Meliha YILDIRAN SARIKAYA olması30 cennete lâyık olsun31 içündür, [52a ] muvahhidînin ihrâk bi’n-nâr olması sûret-i rahmetdir; kâfirlerin ihrâk olması intikām içündür,32 sûret-i azâbdır. Nûr-ı tecellîyi müşâhade eden lâ büd mest-i hayrân33 olur. Mısır hâtunları Hazret-i Yûsuf’u34 müşâhade mahallinde hayrân olup yedlerin şakk edüp acısın35 duymadılar. Ve Râbia’ya suâl olundu, Allâh’ı sever misin? Neam deyu36 cevab verdi. Allâh düşmânına adâvet eder misin? Etmezin37 dedi. Ya niçün etmezsin dedikde,38 Allâh muhabbetiyle gönlüm mâl- â-mâldir39 kimsenün40 muhabbet ve adâvetine yer kalmamışdır deyu cevap verdiler. Hazret-i Azîz bu mertebeden haber verüp Aceb hayrân-ı mestem41 ki bilişden bilmezem yârı deyu bu mertebeye işâret buyurdular.42 Benim her dertlü dermânı benim her ma’denün kânı Benim ol dürr-i bî hemtâ benim ol bahr-i bî pâyân Ya’nî tabîb-i kâmilim43 gönül emrâzına devâ ederim. الذهب كمعادن الناس والفضة] İnsanlar gümüş ve altın madenleri gibidir.] mısdâkınca lutfa44 mazhar olup sırr-ı iksîre vâsıl oldum45 ve meşâyihin ilmi, ilm-i ledündür,46 ona hadd-i pâyân yokdur.47 Beyt: Ledünnî ilminin sırrın ne bilsün her tahâretsiz / Ki Cibrîl-i emîn uçmaz her bir bahrin kenârından48 30 olması N: olunması S 31 olsun N: olması S 32 içündür N: +ki S 33 mest-i hayrân N: mest ü hayrân S, H 34 Yûsuf N: +aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmı S 35 acısın N: +dahi S 36 deyu N: deyüp H 37 Etmezin N: etmem S, cevap verdi ki etmem H, cevap verdi ki etmen İ 38 dedikde N: dediklerinde buyurdular ki S, dediler, buyurdu ki H, +buyurdular ki İ 39 mâl-â-mâl N: +olmuşdur S, H 40 kimsenün N: +bir S 41 hayrân-ı mestim N: hayrân u mestim S, H 42 işâret buyurdular N: işâretdir S; buyurdular N: +Kāle Eşref-zâde Rûmî kuddise sirruhu S, +Beyt İ 43 tabîb-i kâmil N: + olduğum ecilden S 44 lutfa N: lutf-ı Hakka S, H 45 vâsıl oldum N: mâlik oldum demekdir. İmdi S; sırr-ı iksîre vâsıl oldum N: sırrı iksîri vâsıl oldum İ 46 ledündür N: ledünnîdir ki S 47 hadd-i pâyân yokdur N: + Kāle Eşref-zâde kuddise sirruhu S, hadd ü pâyân yokdur H 48 Bu beyit sadece Niyâzî-i Mısrî’ye nispet edilen iki nüshada olup diğerlerinde bulunmamaktadır. Karşılaştırmaya dâhil edilmeyen Mısrî nüshasında (Süleymâniye Kütüphânesi, Hacı Mahmud Efendi, nr. 3254) vr. 4a’da yer alan beytin ikinci mısrâı: “Ki Cibrîl-i emîn uçmaz gibi bahrin kenârından” şeklinde olup vezne daha uygundur. 33 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi Semâda seyr49 ider sırrım cihânı tutdu envârım Mukaddesler cemîîsi50 benim sırrımda ser-gerdân Seyr-i cismânî cümle51 câiz değildir ammâ rûhânî52 câizdir.53 Rûh-ı cismânînin [52b ] seyri, âlem-i nâsûtdadır ve rûh-ı seyrânînin seyri âlem-i melekûtdadır ve rûh-ı sultânînin seyri âlem-i ceberûtdadır ve rûh-ı kudsînin seyri âlem-i lâhûtdadır.54 Avâlim-i erbaa feyzi, âlem-i gayb-ı amâdan55 alurlar. Rûh-ı kuds56 sâhibleri âlem-i ebdânda iken mâ fevka’lalâ ve mâ tahte’s-serâ57 kendilerine münkeşif olup guyûbât-ı mahfiyyât58 kendilerine ayân ve beyân olur;59 kesâfet-i unsurîleri nûrâniyyete60 tebdîl olduğu içün61 ki beyt: از چراغ تو62 بخورشید رسد صد پرتو كه روی پاك و مجرد63 چو مسیخا بفلك [Senin çerâğından güneşe yüz parıltı erişir. (Çerâğın) Mesîh’in pâk ve mücerred çehresi gibi felek üzerinedir.] َ ِ ات َ او َّ م ُ الس ُور ن ُ اهلل] Allah göklerin ve yerin nûrudur. (Nûr, 24/35)] mazmûn-ı şerîfi64 üzre Hazret-i Allâh gökleri şems ve kamer nûru ile münevver eyledi ve yerleri enbiyâ ve evliyâ ve ulemâ ve sulehâ nûruyla münevver eyledi. Ya’nî Hazret-i Azîz buyururlar ki bana olan eltâf-ı kerem65 az kimseye66 olmuşdur. Asrımda olan rûh-ı kuds sâhibleri benim sırrımda ser-gerdân-ı 49 Semâda seyr N: Semâa seyrân H 50 cemîîsi N: dahî cümle S 51 cümle N: cümleye S, H, cümle İ 52 rûhânî N: seyr-i S 53 câizdir N: +zîrâ S, H, İ 54 Avâlim N: +Bu S 55 gayb-ı amâ N: gayb u amâ S, H,İ 56 kuds N: kudsî S, H 57 serâ N: serânın seyri S 58 guyûbât-ı mahfiyyât N: guyûbât u mahfiyyât S 59 beyân olur N: +bu hâlin zuhûru S 60 nûrâniyyete N: letâfet-i nûrâniyyeye S 61 içün ki N: içündür S, içün. Beyt H. 62 تو N: نور S İ گر روی پاك مجرد ,H گر روی پاك و مجرد ,S كە روی پاك و مجرد :N گر روی پاك و تجرد 63 64 mazmûn-ı şerîfi N: kavl-i şerîfi S 65 eltâf-ı kerem N: eltâf u kerem S, H, eltâf-ı İlâhiyye İ 66 az kimseye N: az kimesneye vâkı’ H 34 Meliha YILDIRAN SARIKAYA hayrân67 kalmışlardır. Hazret-i Mevlâ68 buyurur: ٌ ِيم َل ِ ِي عْل ٍم ع ُ ِّل ذ ْ َق ك َو َ ف Her [و ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. (Yûsuf, 12/76)] Sûfiyyûn69 bu tevkîre neden lâyıkdır diyenin لَ ُ ْفع َ َّ ا ي َم َ ُل ع ْ أ ُس ي لَا] O yapacağından mes’ûl olmaz. (Enbiyâ, 21/23)] sikkîni ile dilin keserler.70 Bu ay u gün bu yıldızlar bu geceler bu gündüzler Bu yaz u kış u bu güzler71 benim emrimdedir yeksân Leyl ü nehârın yaz ve [53a ] kışın72 devri ile erzâk-ı mahlûk73 hâsıl olur. Hazret-i Allâh mahlûkātın rızkına Hazret-i Mîkâîl’i müekkel etmişdir.74 Kezâlik yeryüzünde bir kulunu Mîkâîl’e mazhar-ı tâm etmişdir.75 Hazret-i Azîz bu beytden76 murâdı, mukassim-i erzâkım demeye işâretdir.77 Çürümüş tenlere bir kez eger dirsem bi-iznî kum Yalın ayak çü baş açık kamusu duralar üryân78 Ya’nî enbiyâdan mu’cize sâdır olan evliyâdan kerâmet sâdır olur; evliyâdan kerâmet sâdır olan ehl-i istidrâcdan istidrâc sâdır olur.79 Hazret-i Azîz buyururlar80 ki eğer izhâr-ı kerâmet murâd etsem,81 Rabbim ihsân eder. 82ألبره شئ علی اقسم لو عبادا هلل إن] Allah’ın öyle kulları vardır ki bir şey üze- 67 ser-gerdân-ı hayrân N: gerdân u hayrân S 68 Hazret-i Mevlâ N: nitekim Hak Sübhânehû ve Teâlâ S 69 Sûfiyyûn N: İmdi âlim-i İlâhî olan kimse hakkında S, evvelki âlim-i sûfiyyûn H, +ednâ âlim-i sûfiyyûn İ 70 keserler N: +Kāle Eşref-zâde Rûmî kuddise sirruhu S 71 Bu yaz u kış u bu güzler N: Bu yaz u kışlar ile güzler S, Bu yaz u kış ile güzler H, Bu yaz u kış u güzler İ 72 Leyl ü nehârın yaz ve kışın N: Leyl ü nehârlara yazı kışın İ 73 mahlûk N: mahlûkāt S, İ 74 müekkel etmişdir N: ta’yîn buyurmuşdur S, mahlûkāt râzıkına Hazret-i Mîkâîl’e emretmişdir H 75 Bu cümle S’de ve H’de yoktur. 76 Hazret-i Azîz bu beytden N: Azîz’in bu ebyâtdan S, H, İ 77 işâretdir N: +Ya’nî makāmı kutbiyyeti remzdir. Kāle Eşref-zâde Rûmî S. 78 Yalın ayak çü baş açık kamusu duralar üryân N: Başı açık yalın ayak duralar cümlesi üryân S, Yalın ayak ve baş açık kamusu duralar üryân H, Yalın ayak ve başı açık kamusu duralar üryân İ 79 Ya’nî enbiyâdan ... istidrâc sâdır olur N: Ya’nî enbiyâdan mu’cizeten sâdır olan evliyâdan kerâmeten sâdır olur; ehl-i istidrâcdan istidrâcen sâdır olur S, Ya’nî enbiyâdan mu’cizeten sâdır olur, evliyâdan kerâmeten sâdır olur, evliyâdan kerâmeten sâdır olan ehl-i istidrâcdan istidrâcen sâdır olur H, Nebiyy-i enbiyâdan mu’cizât sâdır olur, evliyâdan kerâmet sâdır olur, ehl-i istidrâcdan istidrâc sâdır olur İ 80 Hazret-i Azîz buyururlar N: Azîz buyurur S 81 murâd etsem N: murâd eylesem S, etsem İ ان اهلل عبادا,H ان هلل عبادا لو اقسم ال برە ,S ان هلل عبادا لو اقسم اعلم علی اهلل ال برە :N ان اهلل عبادا لو اقسم علی شئ ال برە 82 İ لو قسم علی شئ ال بد 35 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi rine yemîn etseler Allah o şeyi yerine getirir.] mazmûnu üzre yâhud mürde gönülleri,اهلل اال اله ال موتاكم لقنوا83 [Ölülerinize lâ ilâhe illallahı telkîn ediniz.] mazmûn-ı şerîfi üzre84 telkîn-ı tevhîd ile ihyâ ederim demek olur.85 Benim ilm-i ledünnümde86 hezârân Hızr olur âciz Benim her bir tecellîmde87 nice Mûsâ olur88 hayrân Ya’nî Hazret-i Hızır-veş ilm-i ledünde kâmil ve Hazret-i Mûsâ-veş tecellî-i Hak’da89 vâsıl kimseler benim ilmimde âciz-i hayrân.90 Tecellînin zerre vü şemmesin görmeyen bu esrâr-ı İlâhî’den91 nice idrâk edüp fenn-i harfi92 ne vechile anlasın. İlm-i ledünnînin fenni, bilâ harf ve lâ savt okunur;93 anınçün bu fende meşhûrlar94 [53b ] âciz ü hayrândır.95 ما التجلی [.açılandır kalblere nurlarından gayblerin, Tecellî[ینكشف القلوب من انوار الغیوب dur. Ya’nî benim kalbime zuhûr iden envârın her birisi mütecellî96 oldukda, Hazret-i Mûsâ-veş sultânlar hayrân-ı ser-gerdân97 olurlar.98 Cihân tılsımının bendi benim elimdedir şimdi Benim bugün bu meydanda benimdir top ile çevgân Hazret-i Allâh99 rûy-ı zemîni Hazret-i Mîkâîl mazhar-ı tâmmı olan bir velî kulundan hâlî etmez. Tasarruf-ı kevniyyeye sebep etmişdir, bulutu yağmura100 sebep ettiği gibi. Hazret-i Azîz kutbü’l-evtâd olduğuna işâret buyururlar; lâ teşbîh defterdâr mesâbesindedir.101 Kāle Aleyhi’s-selâm; İ انشو موتاكم ال اله اهلل :N لقنوا موتاكم ال اله اال اهلل 83 84 üzre N: +mürde olan gönülleri S, +mürde gönülleri H, İ 85 demek olur N:demeyi murâd ederler. Kāle Eşref S, demek ola. Beyt İ 86 ledünnümde N: ledünnümden H, İ 87 tecellîmde N: tecellîmden H, İ 88 nice Mûsâ olur N: nice bin Mûsâları S, nice Mûsâlar H, nice bin Mûsâlar İ 89 Hak’da N: Hakk’a S, H, İ 90 âciz-i hayrân N: âciz ü hayrân olmuşdur S, âciz ü hayrân H; âciz ü hayrân olmuşlar da İ 91 İlâhî’den N: İlâhîdir S, H, İ 92 fenn-i harfi N: kün harfini S, İ 93 okunur N: okur İ 94 meşhûrlar N: müctehidler İ 95 hayrândır N: +Zîrâ S 96 mütecellî N: müncelî H 97 hayrân-ı ser-gerdân N: hayrân u ser-gerdân S, H, İ 98 olurlar N: +Kāle Eşref-zâde Rûmî kuddise sırruhu S, +Beyt İ 99 Hazret-i Allâh N: Hak sübhânehû ve teâlâ S 100 bulutu yağmura N: yelleri ve yağmuru arzda olan hayvânâtın zuhûruna S 101 Hazret-i Azîz ... defterdâr mesâbesindedir N: Hazret-i Azîz bu beyitle kutbü’l-aktâb olduğuna işâret buyurur bu mertebe lâ teşbîh defterdâr mesâbesindedir S, Hazret-i Azîz kutbü’l-ârifîni’l-evtâd olduğuna işâret buyurur lâ teşbîh defterdâr mesâbesindedir H 36 Meliha YILDIRAN SARIKAYA ان فی امتی رجاال یحفظ اهلل اهل الفساد بهم و ینزل الرحمة الجلهم و یمنع العذاب من قبلهم فیا شئ اال انهم ابدال103 شوقاە102 الیهم من الناس فیفر الناس عنهم و یتعجبون الناس عندهم مجانین و ما فیهم من الجنون [Ümmetim içerisinde öyle kimseler vardır ki Allah onlarla fesâd ehlini korur, onlar sebebiyle rahmet indirir, onlardan ötürü azâba engel olur. İnsanlar onlardan kaçar ve onlara şaşırırlar. İnsanlar nezdinde onlar mecnûndurlar ancak onlarda cünûndan eser yoktur. Onlar abdâldir.] Benim şâhı bu meydânın benim kutbu bu devrânın Benim cânı bu104 cânânın benimle diridir her cân105 Hazret-i Azîz106 buyururlar ki bu beytden107 zâhir olan budur ki108 asrında kutbü’l-irşâd olmuşdur, kutbü’l-evtâd olduğu gibi.109 Kutbü’l-evtâd110 lâ teşbîh defterdâra benzer, kutbü’l-irşâd [54a ] sâhib-i mühre benzer. Ervâh-ı sâlikîni râh-ı vuslata delâlet eder. İlm-i ledünnînin envâın tâlib-i Hakk’a ta’lîm eder, ilm-i zâhirin envâı olduğu gibi ilm-i bâtının dahi kezâlik. Kāle’llâhu Teâlâ fî’[l]-hadîsi’l-kudsiyyi; ان علم الباطن هو سر من سری اجعله فی قلب عبدی وال یقف111 علیه احد غیری112 [Bâtın ilmi Benin sırrımdan bir sırdır. Onu bir kulumun kalbinde var ederim ve Benden başkası o ilme vâkıf olmaz.] Ey püser ilm-i bâtın bi-lâ harf ve lâ savt okunur.113 Kāle Yahyâ bin Muâz; الولی ریحان واهلل114 ال یشمه اال الصدیقون 102 فیاشوقاە N: شوقا S 103 ابدال N: +Kāle Eşref-zâde kuddise sırruhu S, +Beyt İ 104 bu N: o S 105 Benim cânı ... her cân N: Benim her cânların cânı benimle dirilür her cân H 106 Hazret-i Azîz N: Hazret-i Pîr H 107 beytden N: ebyâtdan H, İ 108 Hazret-i Azîz ... budur ki N: Hazret-i Azîz bu beytle bunu remz-ider ki S 109 asrında ... olduğu gibi N: asırlarında kutbü’l-irşâd olmuşlardır kutbü’l-efrâd oldukları gibi kutbü’l-evtâd dahi olmuşlardır S, asrında kutbü’l-irşâd olmuşlar kutbü’l-efrâd olduğu gibi H, asrında kutub olmuşlar kutbü’l-efrâd olduğu gibi İ 110 Kutbü’l-evtâd N: Zîra kutbü’l-efrâd S, kutbü’l-efrâd H, İ İ تقف :N ال یقف 111 112 غیری N: +من S 113 Ey püser ilm-i bâtın bilâ harf ve lâ savt okunur N: Ya’nî ilm-i bâtın bir sırdır ki bilâ harf ve lâ savt kırâat olunur S, Ya’nî sırr-ı ilm-i bâtın bilâ harf ve lâ savt okunur H, أی sırr-ı ilm-i bâtın sırrullâh, bilâ harf ve lâ savt okunur İ H, S ریحان اهلل :N ریحان و اهلل 114 37 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi [Velî fesleğen gibidir, onu sıddîklerden başkası koklayamaz.] Evliyâullâh kelâmın115 tasdîk etmek saâdetdir, tekzîb etmek şekāvetdir.116 Benim Mansûr’u dâr iden benim ağyârı yâr iden Benim her vârı vâr eden benim her giden ve duran117 Ya’nî Mansûr’u dâr eden118 ehl-i şer’di, ben dahi ehl-i şer’im. Nefs-i emmârem bana düşmen idi,119 ruhsat-ı şerîat ile ziyâfet-i şirb-i120 tarîkat ile siyâset edüp nefs-i bed-siyeh-rûyu121 yâr edüp onun nusretiyle mertebe-i kerâmete nâil olup emr-i Hak’la; var ol dediğim, var oldu; yok ol dediğim yok oldu. Mansûr’un122 ene’l-Hak iddiâsının sırrı123 mertebe-i mukarrebîne124 işâretdir. Zîrâ demiri125 ateşe ilkā etsen zamân-ı kalîlede126 azîm harâret kesb edüp127 ene’n-nâr diye da’vâ ider. Husûsan [54b ] da’vâsın dahi isbât eder, ammâ hakîkatte demirdir.128 Bir şeyin iddiâsı hakîkati üzere olmaya, ol da’vâdan fâriğ olmak evlâdır ve mey-i aşkı129 hazm etmek kemâldir.130 Değilim oddan u sudan yâ toprakdan yâhud yelden Ben erken vâr idim erken henüz yok idi131 bu ezmân132 Ya’nî anâsır-ı erbaa ve mevâlîd-i selâse halk olmadan133 evvel, âlem-i lâhût ve ceberût ve melekût134 var idi. Âlem-i ervâhda rûhum mahlûk iken 115 Evliyâullâh kelâmın N: Evliyâullâhın kelâmını S 116 şekāvetdir N: +Kāle Eşref-zâde Rûmî kuddise sırruhu S 117 benim her giden ve duran N: benim emrimdedir ekvân İ 118 dâr N: ber-dâr S, H 119 idi N: olduğu halde S 120 şirb-i N: şiddet-i S, H 121 bed-siyeh-rûyu N: emmâreyi S, H 122 Mansûr’un N: Hazret-i Mansûr’un S, Mansûr İ 123 iddiâsının sırrı N: iddiâsından murâdı S, iddiâsında sırrı İ 124 mukarrebîne N: kurbiyyete S, H 125 demiri N: +bir S 126 kalîlede N: kalîlde S, H, İ 127 edüp N: eder H, İ 128 demirdir N: +nâr değil S 129 mey-i aşkı N: demi H 130 Bir şeyin iddiâsı ... hazm etmek kemâldir N: +Hakîkate muvâfık olmayan da’vâdan fâriğ olmak evlâdır, aşkın demini hazm etmek kemâldir. Kāle Eşref-zâde kuddise sırruhu S 131 yok idi N: yoğ-idi S 132 Bu beyit İ’de bulunmamakla birlikte şerhi mevcuttur. 133 olmadan N: olunmazdan S, olmadın H 134 âlem-i lâhût ve ceberût ve melekût N: âlem-i ceberût ve âlem-i melekût S, ceberût ve melekût İ 38 Meliha YILDIRAN SARIKAYA zemîn ve semâvât yok idi. Ya’nî rûhâniyyetim cismâniyyetime gālibdir, nefs ve tabîat mahkûmdur.135 Zamansız bî-zamânım ben mekânsız bî-mekânım ben136 Dü âlemde hemânım ben benim her gösteren gören137 Ya’nî erbâb-ı sülûke138 âlem-i gaybdan bir nûr mütecellî139 oldukda ُ َه ْه َ ج ِ ٌك ِ إل و َال ٍ ه ْ ء ُ ُّل َ شي ك] O’nun zâtından başka her şey yok olucudur. (Kasas, 28/88)] sırrının hâli140 zuhûr eder. Bir âlem açılur ki ol âlemde zamân ve mekân leyl ü nehâr i’tibâr141 olmaz,142 kişi kendi vücûdun bulmaz. Bu mertebeye vâsıl olan iki cihânda himmeti bâlâdır.143 Bu âlemi görendir gösteren, görmeyen ne gösterir;144 [.bilmez Tatmayan [من لم یزق لم یعرف145 Görürsün sûretâ âdem benim emrimdedir âlem Melekler ve felekler146 hep bana mahkûmdur ins ü cân Bendegân bendelikde sâdık olunca147 kerem-i Hakk’a lâyık olur,148 sıfât-ı149 beşeriyyet kuldan zâil olup الرسول باخالق تخلقوا150 [Resûlün ahlâkı ahlaklanınız.] 135 Ya’nî rûhâniyyetim ... mahkûmdur N: Ya’nî rûhâniyyetim cismâniyyetime gālib olmakla ahkâm-ı tabîat bende kalmamışdır, nefis ise tabiatın mahkûmudur. Kāle Eşref-zâde Rûmî S, Ya’nî rûhâniyyetim cismâniyyetime gālibdir, nefis tabiatın mahkûmudur H, Ya’nî rûhâniyyetim cismâniyyetime gālibdir, ya’nî tabîatın mahkûmu değildir diye eydür. Beyt İ 136 mekânsız bî-mekânım ben N: nişânsız bî-nişânım ben S, H 137 hemânım ben benim her gösteren gören N: hümâyım ben benim her gösteren ve gören S, imâmım ben benim devr eyleyen devrân İ 138 sülûke N: sülûk H 139 mütecellî N: tecellî İ 140 hâli N: hâleti H 141 i’tibâr N: ihtiyâr H 142 olmaz N: olunmaz S, H 143 Bu mertebeye ... bâlâdır N: Bu mertebeye vâsıl olanın himmeti iki cihânda dahî bâlâdır S, Bu mertebeye vâsıl olan iki cihânda himmet bula der H 144 Bu âlemi … ne gösterir N: Bu âlemde gören nedir ve gösteren görünen ne gösterir ve ne görür, bu mertebeye vâsıl olmayan bunu bilmez; zîrâ S, Bu âlemde görendir göster[en] görünen gösterir H 145 یعرف لم یزق لم من N: + -dir. Kāle Eşref-zâde Rûmî S 146 Melekler ve felekler N: Feleklerle melekler İ 147 Bendegân bendelikde sâdık olunca N: Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın bendeleri bendelikde sâdık olmakla S 148 olur N: +olurlar, ya’nî S 149 sıfât-ı N: sıfat-ı S, İ 150 الرسول N: اهلل S, H 39 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi sırrına mazhar olur.151 [55a ِ َيفًة [ خل ِض َ ْ ِي الأْ َ ر َ ِاعٌل ف ِي ج ّ إن] ِBen yeryüzünde bir halife yaratacağım. (Bakara, 2/30)] devletine nâil olur.ابیه سر الولد152 [Çocuk babasının sırrıdır.] mısdâkınca ibn-i Âdem olur. Hazret-i Allâh153 hadîs-i kudsîsinde buyurur: ّ بالنوافل حتی احبه فاذا احببته كنت له سمعا و بصرا و لسانا و یدا و رجال و بی یسمع و بی یبصر و بی ینطق و بی یبطش و بی یمشی154 ال یزال العبد یتقرب إلي [Kulum bana nevâfille yaklaşmaya devam eder tâ ki ben onu severim. Onu sevdiğim zaman işiten kulağı, gören gözü, söyleyen dili, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle söyler, benimle tutar ve benimle yürür.] Ya’nî muhabbet rızâdan ibâretdir. Hazret-i Mevlâ râzı olduğu kulu yü- zünden155 izhâr-ı kudret eder,156 mazhar-ı kudret olanlara ins ü cin, melek ü felek mahkûm olsalar baîd olmaz.157 Sanurlar158 Eşrefoğlu’yam ne Rûmî’yem ne İznîkî Benim ol dâimü’l-bâkî göründüm sûretâ insân Ya’nî neş’e-i insân iki kısımdır;159 biri cisim ve biri rûhdur. Cisim unsûrîdir,160 fenâ bulur, hâk olur; ammâ rûhun neş’esi bekā üzeredir, fenâ bulmaz. Anınçün161 sûret-i insânda göründüm, eger sûret-i hayvânda gö- rüneydim; 162ترابا كنت emriyle muhâtab olurdum. Eyyühe’l-ihvân ve’l-yârân, hadîs-i kudsîde buyurur Hazret-i Rahmân;163 سرە انا و سری االنسان] İnsan Benim sırrımdır ve Ben onun sırrıyım.] kavli üzere kul ile Mevlâ beyninde bir sır var;164 ammâ biz ol sırra mahrem ol- 151 olur N: + olurlar S 152 olur N: olurlar S 153 Allâh N: Hak Teâlâ S ال یزال العبد یتقرب الی بالنوافل حتی احبه فاذا احببته كنت له سمعا و بصرا و لسانا و یدا و رجال و بی یسمع و بی یبصر 154 ما زال عبدی تقرب الی بالنوافل حتی احبه فاذا احببته فكنت سمعه الذی یسمع بی:N و بی ینطق و بی یبطش و بی یمشی İ, H, S و بصرە الذی یبصرینی و یدە الذی یبطش بی و برجله الذی یمشی بها 155 yüzünde N: yüzünde H 156 izhâr-ı kudret eder N: kudretini izhâr eder S 157 olmaz N: +Kāle Eşref-zâde Rûmî kuddise sırruhu S 158 Sanurlar N: Sanursın H, Sanursız İ 159 iki kısımdır N: iki kısma münkasimdir S 160 Cisim unsûrîdir N: Cism-i unsûrî S, cisim unsurdur H 161 Anınçün N: +Bu sebebden Hazret-i Azîz kuddise sırruhu buyurur ki S İ كونو ترابا ,H, S كونوا بردا :N كنت ترابا 162 163 Hazret-i Rahmân N: Hak Sübhânehû ve Teâlâ hadîs-i kudsîsinde buyurur ki S 164 kul ile Mevlâ beyninde bir sır var N: Hak Sübhânehû ve Teâlâ ile insân-ı kâmil beyninde bir sır vardır ki S, kulu ile Mevlâ beyninde bir sır var H, İ 40 Meliha YILDIRAN SARIKAYA ْ ِو ٍيم 165.madık َق َ ِن ت ْ س َح ِي أ َ َ ان ف ْس إْن َ ِ ا ال ْ ن خَلق َ ْد َ لق] َMuhakkak ki, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. (Tîn, 95/4)] saâdetine vâsıl olduk,166 ammâ ُ َاه ن ْ َد َد َّ ر ُم ث َ ِين ِل َ اف ْ َفَل س َس أ] Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik. (Tîn, 95/5)] berzahından halâs bulmadık.167 اتَ ِ ِح َّ ال ِمُلوا الص َ َ ع ُوا و ن َ َ آم اَّ َّ ال ِذين إل] ِAncak, iman edip salih ameller işleyenler başka. (Tîn, 95/6)] pendi168 ile [55b ] mütenebbih olmadık. ْ ّ ُ ِكم ب َ ْ ُت بِر ََلس أ] Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (A’râf, 7/172)] âleminde olan ahde vefâ edemedik. Kesâfet-i unsûriyye ve kelimât-ı nefsâniyye ile şeb-i hayretde kaldık. َ َم ِي آد ن َ َا ب ن ْ م َّ َر َ ْد ك َ َلق و] Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. (İsrâ, 17/70)] ikrâmında kusûr etdik. 169 ةًيفِ َ خل ِض َ ْ ِي الأْ َ ر َ ِاعٌل ف ِي ج ّ ِإن [Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım. (Bakara, 2/30)] devleti talebinde170 tekâsül eyledik.171 Ammâ Allâh celle celâluhû ve Resûlullâh aleyhi’s-selâm hazerâtını ziyâdesiyle172 severiz. احب[ من ]مع المرء] Kişi sevdiğiyle beraberdir.] ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedî umarız. Yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn. Sene 1225 Fî 27 Ş[a’bân]173 Kaynakça Akkuş, Mehmet, Abdullah Salâhaddîn-i Uşşâkî (Salâhî)’nin Hayatı ve Eserleri, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1998. Baz, İbrahim, Abdülehad Nûrî-i Sivâsî, İstanbul: İnsan Yay., 2007. Birdoğan, Nejat, “Hasandede Kasabası ve Hasan Dede”, Alevi Kaynakları, I, İstanbul: Kaynak Yay., 1996. Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, I, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333. Ceylan, Ömür, Tasavvufî Şiir Şerhleri, İstanbul: Kitabevi Yay., 2000. Çakır, Adalet, Mehmet Rif ’at Efendi’nin “Nefhatü’r-Riyâzi’l-Âliye” Adlı Eseri Işığında 165 olmadık N: olmak H 166 vâsıl olduk N: nâil olmadık S 167 تقویم احسن فی االنسان خلقنا لقد saâdetine … bulmadık N: +ve dahî S, االنسان خلقنا لقد sırrı ve dahî تقویم احسن saâdetine vâsıl olduk, ammâ سافلین اسفل رددناە ثم berzahından halâs bulmadık H 168 pendi N: bendi S, İ 169 خلیفة N: -H 170 devleti talebinde N: devletini talebde İ 171 eyledik N: etdik S, H 172 Ammâ Allâh … ziyâdesiyle N: Ancak Allâh’ı ve Resûlü’nü S, Ammâ Allâh’ı ve Resûlü’nü H, İ 173 احب مع المرء ile … Sene 1225 N: الیه احب من مع المرء saâdet-i sermedî ve izzet-i ebediyyeye Bârî cümlemizi lâyık eyleye. Âmîn sümme âmîn. Temmet. Sene 1309 S, احب من مع المرء ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedîye cümlemizi lâyık eyleye. Âmîn yâ Rabbe’l-âlemîn. Evhadüddîn Tekyesi şeyhi Hüseyin Efendi hazretinin şerhidir H, احب من مع المرء ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedîne Yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn Yâ Rabbe’l-âlemîn ve yâ Hayre’n-nâsirîn. Bu kasîde[y]i Havs[a]’da Tarîk-ı Sa’diyye meşâyihlerinden eş-şeyh İbrâhim Efendi merhûm şerh buyurmuşlardır. Tahrîr fî 5 C[emâziyelevvel] sene 1237. Sevvedehû el-fakr attâr esseyyid dervîş Hamza be-tarîk-ı Nakşbendî gaferallâhu lehu İ 41 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi Anadolu’da Kadirîlik (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. Çaldak, Süleyman, “Taşköprülüzâde’nin Mevzû’âtu’l-Ulûm’undaki İlimler Tasnîfi Üzerine”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XV, sayı: 2, Elazığ 2005, s. 115-146. Çaylıoğlu, Abdullah, Niyâzî-i Mısrî Şerhleri, İstanbul: İnsan Yay., 1999. Duru, Rafiye, Modern Metin Çözümleme Teknikleri Bakımından Şerh Geleneği ve İsmail Hakkı Bursevî (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. Erdoğan, Kenan, Niyâzî-i Mısrî Dîvânı, Ankara: Akçağ Yay., 1998. Erdoğan, Mustafa, “Niyâzî-i Mısrî Şerhleri”, Dergâh, sayı: 71, 1996, s. 15-17. Gölpınarlı, Abdülbâki, “Niyâzî-i Mısrî”, Şarkiyat Mecmuası, VII, İstanbul 1972, s. 183-226. Gölpınarlı, Abdülbâki, Alevî Bektâşî Nefesleri, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1992. Güneş, Mustafa, Eşrefoğlu Rûmî Dîvânı (İnceleme-Karşılaştırmalı Metin), Ankara 2000. İpekten, Haluk, “Gazel Şerhi Örnekleri II”, Türk Dili, sayı: 415-417, Ankara 1986, s. 260- 290. Kara, İsmail, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz, İstanbul: Dergâh Yay., 2011. Keleş, Hafize, Selâhaddin-i Uşşâkî ve Türkçe Tasavvufî Şiir Şerhleri (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008. Kemikli, Bilal, “Kuşdiliyle Konuşmak-Sûfî Şairi Anlamak”, Dergâh, XXXI/244, Haziran 2010, s. 14-17. Köstendilli Süleyman Şeyhi, 1001 Sûfî Bahrü’l-Velâye, haz. Sezai Küçük-Semih Ceyhan, İstanbul: Mavi Yayıncılık, 2007. Kurnaz, Cemal, Mustafa Tatcı, Türk Edebiyatında Şathiyye, Ankara: Akçağ Yay., 2001. Mehmed Şemseddin, Bursa Dergâhları, haz. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy, Bursa: Uludağ Yay., 1997. Mermer, Ahmet, “Eşrefoğlu ve Bir Şathiyyesinin Şerhi”, Millî Folklor, VII/53, Bahar 2002, s. 106-113. Osmanzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, I-V, İstanbul: Kitabevi Yay., 2006. Özmen, İsmail, Alevî-Bektaşî Şiirleri Antolojisi, I-V, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1998. Sâdık Vicdânî, Tarikatler ve Silsileleri (Tomâr-ı Turûk-ı Aliye), haz. İrfan Gündüz, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1995. Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, haz. Adnan İnce, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, 2005. Saraç, M. A. Yekta, “Divan Tahlillerine Dair”, İlmî Araştırmalar, sayı: 8, 1999. ____, “Şerhler”, Türk Edebiyatı Tarihi (ed. Talât Sait Halman vd.), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2007. Seyyid Seyfullah, Divan-ı Seyyid Seyfullah; Mi’râcü’l-Mü’min, Dersaâdet: Matbaa-i Ahmed Kâmil, 1329. Şah İsmail Hatâî Külliyatı, haz. Babek Cavanşir-Ekber N. Necef, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2006. 42 Meliha YILDIRAN SARIKAYA Şemseddin Sâmî, “Havsa”, Kamûsü’l-A’lâm, İstanbul: Mihran Matbaası, 1308, III, 1998. Şengel, Ali Rıza, Türk Mûsıkîsi Klâsikleri İlâhîler, haz. Yusuf Ömürlü, III, İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 1981. Şeyhî Mehmed Efendi, Şakaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, haz. Abdülkadir Özcan, IV, İstanbul: Çağrı Yay., 1989. Şimşek, Selami, Edirne’de Tasavvuf Kültürü, İstanbul: Buhara Yay., 2008. Tezkire-i Safâyî, haz. Pervin Çapan, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, 2005. Tuman, Mehmet Nâil, Tuhfe-i Nâilî, haz. Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı, I-II, Ankara: Bizim Büro Yay., 2001. Uludağ, Süleyman, “Şathiye”, DİA, XXXVIII, İstanbul 2010. Uzun, Mustafa, “İlâhî”, DİA, XXII, İstanbul 2000. Yılmaz, Ozan, “Klâsik Şerh Edebiyatı Literatürü”, TALİD, V/9, 2007, s. 271-304. Yücer, Hür Mahmut, Şeyh Sa’deddîn Cebavî ve Sa’dîlik, İstanbul: İnsan Yay., 2010. Zâkir Şükrî Efendi, Die Istanbuler Derwisch Konvente und Ihre Scheiche (Mecmu’a
Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi Meliha YILDIRAN SARIKAYA* Özet Şerh edebiyatı, dinî tasavvufî Türk edebiyatı ürünleri arasında mühim bir yer tutmaktadır. En çok şerh edilen metinler, hususi bir dil ile söylenen ve şathiye olarak isimlendirilen şiirlerdir. XV. asrın mühim sûfî şâirlerinden olan Eşrefoğlu Rûmî’nin “Kasîde-i Hayrân” ismiyle tanınan şiiri de bir şathiyedir. Bu zamana kadar Abdullah Salâhî-i Uşşâkî tarafından şerh edildiğini bildiğimiz bu şiirin başka şârihleri de olduğu tespit edilmiş, fakat sadece bir şerh metnine ulaşılmıştır. Bu makale Eşrefoğlu’nun şiirine şerh yazan müellifin kim olduğu sorusuna cevap aramaktadır. Anahtar kelimeler: Eşrefoğlu, Kasîde-i Hayrân, Salâhî, Şathiye, Şerh. One Commentary Four Commentators: Commentaries of Eshrefoglu Rumi’s Qasîde-i Hayrân and the Question of the Authorship of these Commentaries Abstract Commentary (sharh) literature has a significant place in the Turkish religiousmystic literature. The most interpreted texts are the ones called shathiyyah, which are written based on a special style. “Qaside-i Hayran” written by Eshrefoglu Rumi, one of the most prominent Sufi poets of XVth century, is a shathiyyah. It has been known that there were other commentaries written about this poem which was known as glossed by Abdullah Salahî, however so far only one of those commentaries has been discovered. This article searches for answer to the question of the identity of sole commentator of Eshrefoglu’s poem. Key words: Eshrefoglu, Qasīde-i Hayrān, Salāhī, Shathiyyah, Commentary (sharh). Giriş Edebî metinleri şerh etme geleneği, klasik şerh-i mütûn çerçevesini biraz zorlayan bir çizgiye taşınarak da olsa günümüze kadar devam etmiştir. Esâsen İslâm te’lif geleneğinde kendi başına bir tür olan şerh, herhangi bir saha içinde temsil kudreti yüksek olan temel metinleri, daha anlaşılır hâle getirmek maksadına hizmet eder. Mühim bir kısmı medreselerde ders ismi * Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (melihasarikaya@gmail.com) 2 Meliha YILDIRAN SARIKAYA de olan mantık, belâgat, kelâm, felsefe gibi ilimlere dair eserlerin şerh edilmesi, yüzyıllar boyunca devam eden köklü bir geleneğin ürünüdür.1 Ancak öncesine nazaran son iki asırda şerh, hâşiye, ta’lîk, telhîs ve zeyl yazmak, neredeyse hükmünü ve devrini tamamlamış te’lif tarzları olarak telâkki edilmeye başlanmıştır.2 Şerhlerle birlikte, bir metni ikmâl etmek, kısaltmak veya genişletmek maksadıyla kaleme alınan diğer tamamlayıcı yazma biçimleri, süreç içerisinde ait oldukları alana orijinal katkı sağlamayan metinler olarak görülmeye başlanmış ve dolayısıyla ciddî bir itibar kaybına uğramış- lardır. Bir taraftan şârihler, okuyucuyu kendi kavrayışları istikametine çekerek tefekkür cehdini azaltmakla suçlanırken diğer yandan şerhler, orijinal eserden istifâdeyi kolaylaştıran metinler olmaktan ziyâde, okuyucu ile eser arasında bir engel şeklinde mütâlâa edilir olmuştur. Kısacası şerh literatü- rüne karşı özellikle felsefe ve dinî ilimler sahasında daha görünür hâle gelen tezyîf edici bir tutum gelişmiştir. Oysa bu tavır aynı zamanda asırların getirdiği tecrübe ve müktesebâtın aktarımıyla hâsıl olan muazzam entelektüel mîrasın ve devamlılık fikrinin de reddi anlamına gelmektedir. Geçen süre zarfında giderek ağırlık kazanan ve taraftar toplayan şerh karşıtı yaklaşımın, edebiyat sahasında kayda değer bir te’siri olmadığı söylenebilir. Edebî metinleri şerh geleneği ciddî bir inkıtâa uğramadan geçmişten günümüze, özellikle eski edebiyat alanındaki akademik çalış- malarda, tabîî bir seyir göstererek devam etmiştir.3 Yalnız son dönemde alan terminolojisine bazı ilâveler yapılmış, meselâ şerh yerine, yapılan çalışmanın metot açısından farklılığına işâret etmek üzere, “tahlil” kelimesi 1 İsmail Kara, şerh ve haşiye geleneğinin medreselerdeki eğitim-öğretim tarzıyla ve hatta ilim siyâsetiyle birebir bağlantılı olduğunu söyledikten sonra konuyu örnekler etrafında tartış- maktadır. Ayrıntılı bilgi için bk. İsmail Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz, İstanbul: Dergah Yay., 2011, s. 28-52. 2 Şerh vb. diğer te’lif türlerinin modernleşme döneminde itibar kaybetmesi süreci, başta “kaynaklara dönüş” hareketi ve buna paralel olarak özellikle oryantalistler tarafından maksatlı ortaya konan “özgünlük” meselesi ile irtibatlandırılmaktadır. Bk. İsmail Kara, age, s. 82-83, 96-99. 3 M. A. Yekta Saraç, metin şerhi geleneği tarihini konu ettiği bir yazısında, günümüzde edebî metinlerin şerhi husûsunda henüz çerçevesi belirlenmiş bir yöntem olmadığını, farklı denemelerin ve tabiatıyla arayışların devam ettiğini söylemektedir. Bk. Saraç, “Şerhler”, Türk Edebiyatı Tarihi (ed. Talât Sait Halman vd.), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2007, II, 121-132. Dünden bugüne şerh geleneği ve metin çözümlemede kullanılan modern metotlar hakkında ayrıntılı bir tasnif ve değerlendirme yapan Rafiye Duru, “Son dönemde yapılan çalışmaların büyük ölçüde gelenek temelli olduğu” tespitinde bulunmaktadır. Bk. Modern Metin Çözümleme Teknikleri Bakımından Şerh Geleneği ve İsmail Hakkı Bursevî (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007, s. 73. 3 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi kullanılmaya başlanmıştır. Tahlil ise şiir söz konusu olduğunda bir tek şiirden ziyâde, meselâ bir şâirin top yekûn dîvânı veya hacimli bir mesnevîsi üzerinde belli bir çerçeve dâhilinde yapılan incelemedir.4 Bununla birlikte “şerh” kelimesi, edebî metinler üzerine yapılan çalışmalarda eski yerini ve tabiatıyla mâhiyetini korumaktadır.5 Edebiyat sahasında şerhe duyulan ihtiyaç, başlangıçta dil engeli ile alâkalı gibi görünmekle birlikte şüphesiz bundan ibaret değildir. Bilindiği üzere İslâmî dönem Türk edebiyatının ilk devresinde İranlı şâirlerin te’siri büyüktür. İslâmî İran edebiyatının klasikleri, başta Hâfız Dîvânı, Bostan ve Gülistan olmak üzere tercüme ve şerh yoluyla dilimize kazandırılmıştır.6 Zamanla söz konusu eserlerin Türkçe şerhleri, metne nüfûz bakımından öyle bir rağbet ve değer bulmuştur ki bu şerhlerden bir kısmı, metinlerin orijinal diline bile çevrilmiştir.7 Gerçekten de bir eserin yabancı dildeki 4 Saraç, yeni kazandığı anlam ile tahlil terimini, şerhin bir sonraki safhası olarak tanımlamaktadır. Bk. “Divan Tahlillerine Dair”, İlmî Araştırmalar, sayı: 8, 1999, s. 209. 5 Sayısız örneği olan şerh başlıklı ve konulu çalışmalardan birkaç tanesini hatırlatmak gerekirse şu isimler verilebilir: Ali Alparslan, “Gazel Şerhi Örnekleri”, Türk Dili, sayı: 415-417, 1986, s. 248-259; Haluk İpekten, “Gazel Şerhi Örnekleri”, Türk Dili, sayı: 415-417, 1986, s. 260- 290; Cihan Okuyucu, “Gazel Şerhi Örnekleri I”, Erciyes Üniversitesi SBE Dergisi, sayı: 4, 1990, s. 467-482; Cengiz Gündoğdu, “Mevlânâ’nın Şathiye Türünde Yazdığı Bir Gazelinin Şerhi: Şerh-i Ebyât-ı Celâleddîn-i Rûmî”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, III, sayı: 8, 2002, s. 27-46. Metin şerhi geleneği, akademik çalışmalarla devam ederken diğer yandan bu yayınlar da ayrıca metotlarının mukayeseleri açısından yeni ilmî çalışmalara konu olmaktadır. Meselâ, Rıdvan Canım, “Metin Şerhi Geleneğimiz Çerçevesinde Tarlan ve İpekten’in Kaleminden Fuzûlî’nin ‘Sana’ Redifli Gazeli”, Fuzûlî Kitabı: 500. Yılında Fuzûlî Sempozyumu Bildirileri, haz. Beşir Ayvazoğlu, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı, 1996, s. 129-140; Turgut Koçoğlu, “Nâbî’nin ‘Gelür Gider’ Redifli Bir Gazeline Walter G. Andrews ve İskender Pala Tarafından Yapılan İki Şerhin Metot Açısından Mukayesesi”, Turkish Studies, II/3, 2007, s. 376-386. 6 Bu tür şerhlerin başlangıçtan itibaren edebî ve tasavvufî metin şerhleri olmak üzere iki koldan devam ettiği söylenebilir. Arap ve Fars edebiyatı klasikleri üzerine yazılan Türkçe şerhlerin bir listesi için bk. Ozan Yılmaz, “Klâsik Şerh Edebiyatı Literatürü”, TALİD, V/9, 2007, s. 278-296. Ayrıca İstanbul kütüphânelerinde bulunan Türkçe şerhlerin bir listesi için bk. Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, İstanbul: Kitabevi Yay., 2000, s. 25-33. Bu tespitlere göre en çok şerh edilen müstakil eserlerin başında, Fıkh-ı Ekber, Fusûsu’l-Hikem, Mesnevî-i Mânevî, Gülşen-i Râz, Bostân, Gülistân, Bahâristân gelmektedir. Şerhe konu olan şiirler arasında ilk sıra Kasîde-i Bürde ve Kasîde-i Bür’e’nindir. Ayrıca Kasîde-i Münferice, Kasîde-i Tâiyye, Kasîde-i Mîmiyye ile Hz. Mevlânâ ve Urfî’nin şiirlerinin de çok sayıda şerhi yapılmıştır. Yine şiirleri en çok şerh edilen şâirler arasında, Mevlânâ, Hâfız, Urfî ve İbn Fârız başta gelmektedir. 7 Meselâ, Ahmed Sûdî Bosnevî, Şerh-i Sûdî ber Hâfız, trc. İsmet Settarzâde, I-III, yy., 1968; Dede İsmail Ankaravî, Şerh-i Kebîr-i Ankaravî ber Mesnevî-yi Ma’nevî-yi Mevlevî, trc. İsmet Settarzâde, I-III, Tahran 1970; Ahmed Sûdî Bosnevî, Şerh-i Sûdî ber Bostân-ı Sa’dî, trc. Ekber Behruz, Tebriz 1973; Ahmed Sûdî Bosnevî, Şerh-i Sûdî ber Gülistân-ı Sa’dî, trc. Ali Ekber Kâzımî, Zeynelâbidîn Çavuşî, Tahran 1970. 4 Meliha YILDIRAN SARIKAYA şerhine, söz konusu edebî eseri anadilinde okuyup anlayanların ihtiyaç duyması mühim bir meseledir. Türk edebiyatı, özellikle “mânâ dili” olarak nitelenen tasavvufî edebiyat alanında kendi şâirlerini yetiştirmeye baş- ladıktan sonra, edebî metin şerhleri sadece yabancı dilde, yâni Farsça ve Arapça yazılmış eserlerle sınırlı kalmayıp okunduğunda anlaşılabilmesi, lisan dışında, metnin referanslarına vâkıf olmayı gerektiren Türkçe edebî metinler için de gerekli bir te’lif sahası haline gelmiştir. Türk edebiyatında müstakil eserlere yazılan şerhler8 dışında, tek tek bazı şiirlere yazılan şerhler de hayli yekûn tutmaktadır. Bu durum biraz da bizim edebiyâtımızın yapısı ve muhtevâsı ile alâkalıdır. Eski edebiyatımı- zın ağırlık noktası nazım olup şiir denildiğinde çok defa gazel kastedilir.9 Farklı anlamalara özellikle müsâit bir dil ile söylenen gazeller, zor intikal edilen şiirlerdir. Bu şiirlerin sunduğu dünyâya dâhil olabilmek için ilm-i arûz, ilm-i kavâfî, eşkâl-i nazm gibi tamamlayıcı alanlara10 dair mâlumat sahibi olmak ve şiirlerde sık işlenen konulara, telmîhlerle işâret edilen belli başlı hikâyelere ve bu hikâyelerin kahramanlarına dair kâfî miktarda bilgi sâhibi olmak gerekmektedir. Bunlara ilâve olarak belli başlı edebî sanatlar hakkında yeterli fikir ve zevk sahibi olmak da lâzımdır. Bütün bu ön hazırlığa ek olarak şiir diline ve özellikle eski şiirin mânâ boyutunu teşkil eden irfânî bilgiye âşinâ olmak lâzımdır. Ayrıca bilindiği üzere tasavvufî şiirlerden bir kısmı daha husûsî bir dille, hakîkatleri ehil olmayanların nazarlarından gizlemek maksadına binâen örtülü şekilde söylenmiştir. İşte bu kabil şiirlerde şerhe duyulan ihtiyaç, zarûret hâline gelmektedir. Şerh edilmek için seçilen şiirlerin bazı müşterek vasıflarından bahsedilebilir. Meselâ bu şiirler ekseriyetle dinî-tasavvufî muhtevâlı ve emsalleri arasında öne çıkan manzûmelerdir. Genellikle doğrudan şiirle alâkalı olmayan bazı ilimlere dair incelikler, herkesin kolayca vâkıf olamayacağı 8 Burada Bursevî’nin Ferahu’r-Ruh (I-II, İstanbul: Hacı Muharrem Efendi Matbaası, 1294) adlı Muhammediyye şerhi, Vassâf’ın Gülzâr-ı Aşk (haz. Mustafa Tatcı, Musa Yıldız, Kaplan Üstü- ner, İstanbul: Dergah Yay., 2006) adını verdiği Vesîletü’n-Necât şerhi ile Cabbarzâde Mehmed Ârif Bey’in İzâhü’l-Merâm alâ Vilâdeti Seyyidi’l-Enâm adlı Mevlid Şerhi (haz. Ozan Yılmaz, İstanbul: Kurtuba Kitap, 2011) akla ilk gelen örneklerdendir. 9 Haluk İpekten, “Gazel Şerhi Örnekleri II”, Türk Dili, sayı: 415-417, 1986, s. 261-262. 10 İlmu’l-beyân, ilmu’l-bedî’, ilmu’l-arûz, ilmu’l-kavâfî, ilmu karzi’ş-şi’r, ilmu mebâdîi’ş-şi’r, ilmu’l-muhâdara, ilmu’d-devâvîn gibi şiirle ilgili ilimlerin bir kısmı için bk. Süleyman Çaldak, “Taşköprülüzâde’nin Mevzûâtu’l-Ulûm’undaki İlimler Tasnîfi Üzerine”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XV, sayı: 2, 2005, s. 120-122. 5 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi sırlar içermektedirler.11 Diğer taraftan bu ve benzeri evsâfa sahip olan şiirlerin, “şathiye” genel başlığı altında toplandığı da bilinmektedir. İşâret dili, mânâ dili, kuşdili, ağrebü’l-garâib terkipleriyle de nitelenen12 şathiyelerin ortak özelliği, mecazla örülü sembolik bir dil ile söylenmiş olmalarıdır. Bu şiirlerin şerhleri, okuyanların istifâdesini hedeflediği kadar, ilk bakışta dinin zâhirî hükümlerine muhâlif gibi görünen mısrâ ve beyitlerin, aslında şerîata aykırı olmadığını göstermek maksadına da hizmet etmektedir.13 Bir şiir beyit sırası esas alınarak baştan sona şerh edilebildiği gibi yanlış anlaşılmaya müsâit beyitlerin seçilerek şerh edildiği de vâkîdir. Anlaşılabilmesi için şerhe ihtiyaç duyulan sûfiyâne şiirlerin şârihleri de tabiatıyla mutasavvıflardır.14 Çoğunlukla şeyh/mürşid makamında olup yorumları- nın isâbeti teslim edilen bu isimlerin yine büyük kısmı şiirle bizâtihî meş- gul olan sûfî şâirlerdir. İşte Eşrefoğlu Rûmî (v. 874/1469)’nin bu makalenin de konusu olan şiiri, bu cümleden bir şathiye15 olup bazı şer’î kaygıları gidermek için şerh edilmiştir. I. Kasîde-i Hayrân ve Tesirleri Eski edebiyâtımızda şiirler, müstakil birer manzûm eser değiller ise genellikle dîvân içerisinde toplanırlar ve nazım şekillerine göre tasnif edilerek muayyen bir sıraya göre dizilirler. Şiirin konusu hakkında fikir veren “tevhîd”, “na’t” veya “münâcât” gibi hatırlatmaların dışında şiirlerin husûsî ismi yoktur veya belirtilmez. Medhiyelerde övülen kişinin ismi zikredilir, târihlerde şiire konu olan hâdiseyi hatırlatan çok kısa açıklama cümlesi bulunabilir; ama bunlar hiçbir zaman günümüz anlayışıyla şiirin başlığı değildir. Şiirlerin tek tek târihleri de yazılmaz; dîvânların sonunda eserin te’lîf veya istinsah tarihi kaydedilir. Dolayısıyla ilk bakışta sanatkârın hangi manzûmesini ne vakit ve hangi hissiyat ile yazdığı veya hangi şiirine 11 Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, s. 24-25, 73-75. 12 Bu isimlendirmeler arasında özellikle “kuşdili” terkîbi öne çıkmıştır ve “mantıku’t-tayr” ibâresiyle, “Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden nasip verildi” (en-Neml/16) Kur’ân-ı Kerîm’de de zikredilmektedir. “Kuşdili” için ayrıca bk. Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı, Türk Edebiyatında Şathiyye, Ankara: Akçağ Yay., 2001, s. 29-32; Bilal Kemikli, “Kuşdiliyle Konuşmak-Sûfî Şairi Anlamak”, Dergâh, XXXI /244, Haziran 2010, s. 14-17. 13 Süleyman Uludağ, “Şathiye”, DİA, İstanbul 2010, XXXVIII, 371. 14 Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, s. 35. 15 Türk edebiyatında şathiyelerin bir edebî tür olarak doğuşu ve tekâmülünün anlatıldığı eserde, şathiye örnekleri arasında Eşrefoğlu’nun şiiri de yer almaktadır. Bk. Kurnaz-Tatcı, Türk Edebiyatında Şathiyye, s. 96-97. 6 Meliha YILDIRAN SARIKAYA husûsî önem atfettiğini anlamak pek mümkün olmaz. Bütün bu tek tipleş- tirme teâmülü içerisinde yine de zamanla birkaç manzûme diğer şiirlere nispetle öne çıkarak câzibe merkezi hâline gelebilir. Bu durumda şiir(ler), bir hüviyet ve isim sahibi olur(lar). Bu şiirlerin isimlendirmeleri konusunda tek bir kaide bulunmadığından ekseriyetle ya redifleriyle veya ilk mısrâlarının ilk kelimeleriyle tanınırlar; Yunus’un “Çıkdım Erik Dalına”, Fuzûlî’nin “Su Kasîdesi”, Sun’ullâh-ı Gaybî’nin “Hüdâ Rabbim” şiirlerinde olduğu gibi. Eşrefoğlu Rûmî’nin, burada ele alacağımız şiiri ise biraz farklı şekilde, ilk mısrâın son kelimesine istinâden, “Kasîde-i Hayrân” ismiyle kayıtlara geçmiştir. Şerhlerin büyük kısmında söz konusu şiir, “kasîde”16 olarak zikredilmektedir. Bununla birlikte, şerh hakkında bilgi veren kaynaklarda aynı şiir, “ilâhî” kaydıyla yer almıştır.17 Oysa şiir, klasik kasîde tertîbine uymamaktadır. Nazım şekli kasîdeden ziyâde gazel formuna yakındır. Dinî-tasavvufî edebiyatımızda varlığını şeklen muhâfaza eden gazel, muhtevâsı farklılaştığı için “gazel-ilâhî” adıyla anılmaktadır. En güzel örnekleri Yunus Dîvânı’nda görülen bu nazım şekli, Yunus muakkiplerince de bihakkın temsil edilmiştir. Bu geleneği devam ettiren sûfî şâirlerin, meselâ Eşrefoğlu Rûmî, Ümmî Sinân, Niyâzî-i Mısrî, Hasan Sezâî’nin dîvânları da klasik dîvân tertîbine uygun olmayıp bu eserlere ihtivâ ettikleri dinî muhtevâlı şiirler sebebiyle “dîvân-ı ilâhiyyât” denilmiştir.18 Eşrefoğlu’nun şiiri de nazım şekli açısından gazel-ilâhî formundadır. Şiirin Dîvân’daki yeri de bu tespiti desteklemektedir; alfabetik sıralamaya uygun olarak “nun” kafiyeli şiirler arasındadır. Her ne kadar formu açı- sından isâbetli bir isimlendirme olmasa da şiir burada, şerhlerde yer alan özel ismiyle, “Kasîde-i Hayrân” şeklinde anılacaktır. Tamamı 19 beyit 16 Elimizdeki bütün şerh metinlerinde söz konusu şiir, “Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi…” ibaresi içinde, “kasîde” olarak zikredilmektedir. Bu örnekten de anlaşı- lacağı üzere eski edebiyatımızın özellikle dinî-tasavvufî şûbesindeki şiirler, nazım şekilleri bakımından keskin çizgilerle tefrik edilememektedir. Meselâ Yunus’un “Çıktım erik dalına” şathiyesi, şârihler veya müstensihlerce farklı isimlerle nitelenmektedir. Aynı şiir Niyâzî şerhinde “nutuk” olarak tanımlanırken Bursevî şerhinde “gazel”, Ali Nakşibendî şerhinde, “güfte” olarak anılmaktadır. Bk. Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, s. 38, 42, 56. Diğer tasavvufî şiir şerhlerinde şerhe konu olan şiirler, gazel, nutuk, ilâhî, manzûme, kelimât, nazım, kasîde, muammâ, ve hattâ makâle gibi birbirinden hayli farklı terimlerle kaydedilebilmektedir. 17 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333, I, 17. 18 XIII. asırdan itibâren tekke şâirlerinin kendi şiirlerini diğerlerinden ayırmak ve özellikle ilhâm kaynaklarını vurgulamak için şiirlerini “ilâhî” adıyla andıkları bilinmektedir. Bk. Mustafa Uzun, “İlâhî”, DİA, XXII, 65. 7 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi olan Hayrân kasîdesi, arûzun, mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalı- bında söylenmiştir. Tam metin şöyledir:19 1. Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân Ene’l-Hak sırrını cânum anınçün kılmadum pinhân 2. Aceb hayrân u mestem kim bilişden bilmezem yâri Gözüm her kande kim baksa görinen sûret-i Rahmân 3. Yüzün görelden ol yârun kamu mahv oldı hep vârum Fenâ oldum bekā buldum bekāda olmışam sultân 4. Benem ol dertlü dermânı benem her ma’denün kânı Benem ol dürr-i bî-hemtâ benem ol bahr-i bî-pâyân 5. Semâda seyr ider sırrum cihânın doldı envârum Mukaddesler cemîîsi benüm sırrumda ser-gerdân 6. Benüm ilm-i ledünnümde hezârân Hızr olur âciz Benüm her bir tecellîmde niçe Mûsâ olur hayrân 7. Görürsin sûretâ âdem benüm emrümdedür âlem Felekler ü melekler hep bana mahkûmdur ins ü cân 8. Çürümüş tenlere bir kez eger dirsem bi-iznî kum Yalın ayak başı açuk duralar kamusı üryân 9. Bu ay u gün bu yılduzlar bu geceler bu gündüzler Bu yazlar kışlar u güzler benüm emrümdedür yeksân 10.Cihân tılsımınun bendi benüm elümdedir şimdi Benem bugün bu meydânda benümdür top-ıla çevgân 11.Benem şâhı bu meydânun benem devri bu devrânun Benem cânı bu cânlarun benümle diridür her cân 12.Benem Mansûrı dâr iden benem ağyârı yâr iden Benem her vârı vâr iden benem giden benem duran 19 Buraya aldığımız şekliyle şiir, Dîvân’ın tahkikli neşrinde 85. sırada ve “nun” harfiyle kafiyeli şiirler arasındadır. Mustafa Güneş, Eşrefoğlu Rûmî Dîvânı (İnceleme-Karşılaştırmalı Metin), Ankara 2000, s. 305-308. İmlâ konusunda büyük ölçüde nâşirin tercihine sâdık kalınmakla birlikte, şerhte yer alan beyitlerin yazılışı ile birlik sağlamak için gerekli bir takım müdâhaleler yapılmıştır. 8 Meliha YILDIRAN SARIKAYA 13.Değülem oddan u sudan yâ toprakdan u yâ yelden Ben irden var-idüm irden henüz yoğ-idi bu ezmân 14.Zamânsuz bî-zamânam ben mekânsuz bî-mekânam ben Dü âlemde hemânam ben benem her görinen gören 15.Bu sırra vâkıf olmazlar şular kim olmadı fânî Ne bilsün sırr-ı Sübhân’ı şular kim sîreti hayvân 16.Ne bilsün mantıku’t-tayrı Süleymân olmayan mürgân Ne bilsün gökce boncuğı cevâhir bilmeyen nâdân 17.Ne bilsün gark-ı istiğrak ki deryâ olmayan zâhid Ne bilsün sırr-ı insânı bu yolda olmayan merdân 18.Ne bilsün ehl-i zâhir ehl-i bâtında olan hâli Ne bilsün kîl ü kāl ehli ne derdini vü ne îmân 19.Sanursın Eşrefoğlı’yam ne Rûmî’yem ne İznikî Benem ol Dâim ü Bakî göründüm sûretâ insân Edebî tür olarak da bu şiirin bir ilâhî olduğu söylenebilir. Bilindiği üzere ilâhî, dinî muhtevâlı şiirlerin genel adı olup henüz sınırları kesin bir şekilde çizilmemiş bir edebiyat ve mûsikî terimidir. Hayrân kasîdesi bestelenmiştir,20 dolayısıyla her cihetten ilâhîdir. Sûfî şâirlerin şiirleri, sözün Hak Teâlâ ile irtibâtını vurgulamak üzere nefes veya nutuk olarak da isimlendirilmiştir. Bu yönüyle şiirin tasavvuf terminolojisindeki karşılığı nutuktur. Kasîde-i Hayrân tarikat muhitlerinde de ziyâdesiyle tanınan ve sevilen bir şiirdir. Bestelenmiş şekliyle tekkelerde okunduğu bilinen şiir etrafında bir menkıbe teşekkül etmiştir. Şiirin, “Çürümüş tenlere bir kez eger dirsem bi-iznî kum / Yalın ayak başı açuk duralar kamusı üryân” şeklindeki sekizinci beyti ile ilgili bir rivâyet, Bahrü’l-Velâye’de şöyle anlatılmaktadır: Söz konusu beyit ahâlî arasında tekrar edilmeye başlayınca, Eşrefoğlu’na muhâlif olan bazı kimseler tarafından dedikodu malzemesi yapılır. Bu konuşmalar sultânın kulağına gelir. Meseleyi tahkîk etmek isteyen sultan, sûfî şâiri huzûra dâvet eder ve Eşrefoğlu’na, “Sen bu söylediğini yapmaya kādir misin?” diye sorar. Eşre- 20 Şiirin bilinen ilk bestesi, Üsküdarlı Zâkirbaşı Ali Efendi’ye aittir. Uşşak makamında ve devr-i hindî usûlünde bestelenmiştir. Nota için bk. Ali Rıza Şengel, Türk Mûsıkîsi Klâsikleri İlâhîler, haz. Yusuf Ömürlü, İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 1981, III, 41. Henüz kayıtlara geçmeyen bir diğer beste, Prof. Dr. Sadettin Ökten’e aittir. Nihâvend makamındaki bu bestesinden bizi haberdar eden kıymetli hocamıza teşekkür ederiz. 9 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi foğlu, “İhtiyaç olursa Hak Teâlâ dediğimi tasdîk etmeye Kādir’dir” cevâbını verir. Bunu bir iddiâ olarak gören sultân, ispatlamasını ister. Neticede şeyh, sultân ve mevzûu bilen insanlar kabristanda toplanırlar. Eşrefoğlu, Eyyühe’lmevtâ kum bi-izni Mevlâ (Ey ölüler, Mevlâ’nın izniyle kalkınız) deyince, bütün ölüler kabirlerinden başlarını çıkarıp ayağa kalkarlar. Bu manzaraya şâhit olanların akılları başlarından gider ve oldukları yerde yığılıp kalırlar. Bunun üzerine şeyh tekrar; Mûtû ve isterîhû (Ölünüz ve istirahat ediniz) der ve ölüler mezarlarına girerler; kabristan eski hâline döner. Şâhit olan herkes hayret ve dehşet içerisinde kalmış ve böylece şeyhin kemâl derecesi de zâhir olmuştur.21 Şiirin Kādirîlik’te, husûsen tarîkatın Eşrefoğlu’na nispetle Eşrefîlik adını alan kolunda ayrı bir yeri vardır. Kādirîler’de olduğu gibi kıyâmî zikir icrâ eden diğer tarîkat mensuplarının İstanbul’daki dergâhlarında da menkıbeye konu olan beyit okunurken kıyam zikrine kalktıkları nakledilmektedir.22 Şiirin, daha doğrusu ilâhînin tarîkat âyinlerinde sıklıkla okunmasında, bu menkıbenin de te’siri olabilir. Vassâf, eserinin Kādiriyye bahsinde Hayrân kasîdesini ayrıca kaydettikten sonra, şiirin tam da bu yönünü, yâni zikrullâh esnâsında okunduğunu, Eşrefoğlu’nun “en ziyâde mütedâvil olan nutuklarındandır” cümlesiyle vurgulamaktadır.23 Hayrân şiirinin şöhreti, biraz da bu şiire cevap olarak söylendiği kabul edilen meşhur bir taşlama ile de genişlemiş görünmektedir. “Eşrefoğlu al haberi” mısrâıyla başlayan ve daha ziyâde bestelenmiş şekliyle tanınan şiir,24 bir halk âşığı olan Hasan Dede (v. 1603-1604)’ye25 âit olup asırlar boyunca Eşrefoğlu’na, dolayısıyla Hayrân şiirine eleştirel bir karşılık şeklinde tasavvur edilmiştir. Vaktiyle kimin ortaya attığı bilinmeyen bu görüş, bugün de sıklıkla tekrar edilmektedir. Oysa Kasîde-i Hayrân, bu kabil bir taşlamayı veya meydan okumayı gerektirecek muhtevâya sahip değildir. Aralarında yaklaşık iki yüz sene gibi bir zaman dilimi bulunan ve görüşleri arasında 21 Köstendilli Süleyman Şeyhi, 1001 Sûfî Bahrü’l-Velâye, haz. Sezai Küçük-Semih Ceyhan, İstanbul: Mavi Yay., 2007, s. 660-661. 22 Adalet Çakır, Mehmet Rif ’at Efendi’nin “Nefhatü’r-Riyâzi’l-Âliye” Adlı Eseri Işığında Anadolu’da Kādirîlik (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2007, s. 458. 23 Osmanzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, İstanbul: Kitabevi Yay., 2006, I, 101. 24 Sabâ makamında bestelenen bu şiirin tamamı ve notaları için bk. Abdülbâki Gölpınarlı, Alevî Bektâşî Nefesleri, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1992, s. 29-30, 283. 25 Horasan’dan Karaman’a, oradan şimdiki Kırıkkale’nin Hasan Dede beldesine gelip yerleşmiş halk şâirlerinden olan Hasan Dede’nin tarihî ve efsânevî şahsiyeti hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Nejat Birdoğan, “Hasandede Kasabası ve Hasan Dede”, Alevi Kaynakları 1, İstanbul: Kaynak Yay., 1996, s. 83-120. 10 Meliha YILDIRAN SARIKAYA belirgin bir fark olmadığı eserlerine bakıldığında anlaşılan bu iki şâirin, söz konusu şiirleriyle karşı karşıya getirilmesinin son derece isâbetsiz olduğunu belirtmek gerekir. Hasan Dede’nin bu şiiri Eşrefoğlu Rûmî’ye değil de kendi döneminde yaşamış olan ve Eşrefoğlu lakabıyla tanınan Ankara vâlisine hitâben söylemiş olma ihtimâli, hakikate daha yakın durmaktadır.26 Kasîde-i Hayrân’a bir de nazîre yazıldığı görülmektedir. Seyyid Seyfullâh (v. 1601)27 tarafından yazılan, daha doğrusu nazîre olarak yazıldığını dü- şündüğümüz şiir, Tecellî şevk-i zâtınla ben oldum vâlih ü hayrân Yitürdüm varlığım küllî ki oldum garka-i ummân beytiyle başlamakta olup Hayrân şiiriyle aynı vezinde ve aynı kafiye ile söylenmiştir. Tamâmı 65 beyit olan28 şiirin baş kısmında, “Kutbu’l- ârifîn gavsu’l-vâsılîn Seyyid Seyfullah bin Seyyid Nizâmeddîn kuddise sırruhu’l-azîz hazretlerinin seyr [u] sülûku esnâsında kendülerden zuhûr eden nutuklarıdır.”29 şeklinde bir açıklama cümlesi bulunmaktadır. Eşrefoğlu’nun şiirine kıyasla hayli hacimli olan bu şiir, muhtevâ bakımından da Hayrân şiiriyle birebir benzerlik göstermektedir. Nazîre olmak vasfını muhâfaza etmekle birlikte manzûm bir şerh olarak da düşünülebilir. Ne var ki şiirde böyle bir kayıt bulunmamaktadır. Ayrıca şiirin seçilen bazı beyitleri, Zağralı Handî (v. 1727) tarafından tahmîs edilmiştir.30 26 Hasan Dede üzerinde müstakil bir çalışması bulunan Nejat Birdoğan, “Eşrefoğlu al haberi” mısrâıyla başlayan şiirin muhâtabını Eşrefoğlu olarak göstermektedir. Bununla birlikte Hasan Dede ahfâdından Halil Demirhan adlı kişinin görüşünü, kitabında şu cümlelerle tartış- maktadır: “Oysa ki Halil Demirhan, bu deyişin o dönemlerdeki Ankara Paşası Eşrefoğlu adındaki birisine kızarak söylendiğini yazmakta. Acaba daha mı mantıklı? Güya, Hasan Dede’m bu deyişin etkisi altında o deyişi söylemiş. Ancak, iki deyiş arasında pek anlam birliği yok. Eşrefoğlu’nun hiçbir deyişi ile bu deyiş arasında ilişki kuramıyoruz. Gerçekten bir müfettişe söylenmiş sözler gibi geliyor. Hele hele bir iftirayı def’etmek için söylenmiş nefis bir savunma gibi geliyor.” bk. Nejat Birdoğan, Alevi Kaynakları, I, 101. Aynı bilgi için ayrıca bk. İsmail Özmen, Alevî-Bektaşî Şiirleri Antolojisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1998, III, 23-24. 27 Hayatı hakkında bilgi için bk. Necdet Tosun, “Seyyid Nizâmoğlu Seyfullah Hayatı ve Eserleri”, İLAM Araştırma Dergisi, II/1, 1997, s. 153-164. 28 Seyyid Seyfullah, Divan-ı Seyyid Seyfullah; Mi’râcü’l-Mü’min, Dersaâdet: Matbaa-i Ahmed Kâmil, 1329, s. 186-190. 29 Seyyid Seyfullah, Divan, s. 186. 30 Bu tahmîsin, Türk Kültürü ve Hacıbektaş Velî Araştırma Kütüphânesi, nr. 413’te kayıtlı Mecmua-i Eş’âr’da, vr. 30a’da yer aldığını haber veren Ahmet Mermer, ilk bendi makalede iktibas etmiştir. Bk. “Eşrefoğlu ve Bir Şathiyyesinin Şerhi”, Millî Folklor, VII/53, 2002, s. 107. Söz konusu tahmîs, şâirin dîvânında yer almamaktadır. Bk. Ayten Şenyurt, Ali Handî ve Dîvânı (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004. 11 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi II. Kasîde-i Hayrân’ın Şerhleri Eşrefoğlu’ndan bahseden kaynaklarda, şiirlerinden bir kısmının şerh edildiği bilgisi yer alırken Hayrân şiiri ayrıca vurgulanır. Meselâ Osmanlı Müellifleri’nde, şiirin ilk beyti iktibas edilmiş ve “ilâhiyyât-ı âşıkānelerinden” şeklinde tavsîf edilen şiirin “ba’zı urefâ” tarafından şerh edildiği belirtilmiştir.31 Bu ifâdeden, şiirin birden fazla şerhi olduğu anla- şılmaktadır. Oysa bu zamana kadar, sadece Abdullah Salâhî-i Uşşâkî’ye âit şerh bilinmekteydi.32 Başka şerhlerin de olduğu/olabileceği ihtimâlinden hareketle yaptığımız araştırma neticesinde, şu âna kadar Hayrân şiirinin dört ayrı şârihini tespit ettik. Ancak yazma eser kütüphânelerinin katalogları henüz tam anlamıyla ikmâl edilmediği için tespit ettiğimiz şârihlerin sayısının artabileceği ihtimâlini hatırdan uzak tutmamak gerekir. Ayrıca bu rakam sadece şârihleri göstermekte olup ulaşılan metin sayısı değildir. Muhtemel şârihler sırasıyla, Hüseyin Efendi (v. 1105/1693-94), Niyâzî-i Mısrî (v. 1106/1694), Salâhî-i Uşşâkî (v. 1196/1781) ve İbrahim Efendi (v. ?)’dir. Bu dört şahsiyet arasında özellikle Niyâzî-i Mısrî ve Salâhî-i Uşşâkî, dinî-tasavvuf edebiyâtın dîvân sahibi şâirlerinden olup şârih olarak da temâyüz etmiş iki mühim isimdir. Burada asıl mühim konu, Kasîde-i Hayrân’ın dört şârihi olmakla birlikte tek bir metninin olmasıdır. Çünkü elimizde dört ayrı şârihe nispetle kayıtlara geçen, başka bir deyişle farklı imzâlar taşıyan tek bir metin bulunmaktadır. Üstelik müelliflerin isimleri, şerhlerin ya giriş kısmında sebeb-i te’liften önce veya metnin sonunda, sıfatları ile birlikte bizâtihî yer almaktadır. Yâni yazmaların müellifleri, bazı yazma eserlerin kütüphâne kayıtlarında gördüğümüz üzere, fişleme hatası sebebiyle yanlış kaydedilmiş değildir. Sanki dört şârih ayrı ayrı, neredeyse kelimesi kelimesine aynı olan bir metin kaleme almışlardır. Zaman zaman iki veya daha fazla şâirin 31 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I, 17. Aynı bilgi yani birden fazla şârih olduğu bilgisi başka kaynaklarda da yer almaktadır. Bk. Sâdık Vicdânî, Tarikatler ve Silsileleri (Tomâr-ı Turûk-ı Aliye), haz. İrfan Gündüz, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1995, s. 129; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, I, 102. 32 Kasîde-i Hayrân’ı son olarak Ahmet Mermer şerh etmiştir. Bu şerh, modern metotla yazılmış olup her bir beyit önce nesre çevrilmiş, ardından beyitlerde zikri geçen tasavvufî ıstılahlar açıklanarak beyitlerin tasavvuf düşüncesindeki yeri gösterilmiştir. Bazı beyitlerin açıklamasında yazar, tek şârih olarak zikrettiği Salâhî’nin şerhinden de alıntılar yapmıştır. Şerhte dikkat çeken bir başka husûsiyet, şiirin bugün elimizde olan şekliyle, 19 beyit olarak değil de yazma nüshalarında olduğu gibi ve aynı sırayla 14 beytinin şerh edilmesidir. Şerhin tamamı için bk. Ahmet Mermer, “Eşrefoğlu ve Bir Şathiyyesinin Şerhi”, Millî Folklor, s. 106-113. 12 Meliha YILDIRAN SARIKAYA çok çok bir mısrâ veya beyti arasında tesâdüf edilen bu tür benzerliklere “tevârüd” denilmektedir. Ne var ki tastamam bir şerh metninin dört ayrı müellifin kaleminden aynı şekilde çıkması mümkün değildir. Yâni bir tevârüd örneği ile karşı karşıya olmadığımız âşikârdır. Şu halde şârih ya bu dört isimden biridir veya bu dört isimden biri olmayıp bir başkasıdır. Asıl şârihin kim olduğu konusunda şimdilik kesin bir kanâat oluşmadığı için her bir ismi muhtemel şârih olarak görmek ve kendilerine nispet edilen yazma nüshaları, bu isimleri anarak tanıtmak tercih edilmiştir. a. Hüseyin Efendi Şerhi: Hüseyin Efendi’ye nispet edilen nüsha, Yapı Kredi Sermet Çifter Araştırma Kütüphanesi, nr. 17’de bir mecmûa içerisinde, 115a -117a varaklar arasındadır. İstinsah tarihi ve müstensihin ismi bulunmamaktadır. Her sahîfede 23 satır vardır. Okunaklı bir ta’lîk hat ile yazılmıştır. Başlık ve şerh edilen beyitler kırmızı mürekkeple yazılmış olup metinde zikredilen âyet ve hadislerin üzeri kırmızı mürekkeple çizilerek belirgin hâle getirilmiştir. Eser, Hüseyin Efendi’ye derkenardaki; “Şârih-i ilâhî el-hâc Evhadüddîn şeyhi Hüseyin Efendi kuddise sırruhu” ibâresi ve metnin sonunda yer alan, “Evhadüddîn tekyesi şeyhi Hüseyin Efendi hazretlerinin şerhidir” cümlesi ile nispet edilmekredir. Baş: “Şerh-i İlâhî Şeyh Eşref-zâde Abdullâh er-Rûmî el-Kādirî kuddise sırruhu. Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’ssalâtü ve’s-selâmu alâ nûri ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Beyt: Be deryâ der menâfi’ bî şumârest / Eger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca karye-i tekye-nişîn iken ihvân-ı safâdan bir azîz gelüp ricâ edüp Eşref-zâde, Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb ve binâ kāidesine gayr-ı mutâbık olmağla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft u gû olmuşdur.” Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinde tekâsül etdik amâ Allâh’ı ve Resûlü’nü severiz El-mer’u mea men ehabbe ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedîye cümlemizi lâyık eyleye. Âmîn yâ Rabbe’l-âlemîn. Evhadüddîn tekyesi şeyhi Hüseyin Efendi hazretlerinin şerhidir.” b. Niyâzî-i Mısrî Şerhi: Elimizdeki yazma nüshalardan ikisi Niyâzî-i Mısrî’ye âit görünmektedir. İlki, Süleymaniye Kütüphânesi, Hacı Mahmud Efendi, nr. 3254’te kayıtlı 13 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi müstakil bir yazma risâledir. İstinsah tarihi ve müstensihin ismi bulunmamaktadır. Güzel bir nesih yazı ile kaleme alınan eser, 13 varaktan ibârettir. Küçük boy bir deftere her sahîfede 11 satır olacak şekilde yazılmıştır. Eser, kırmızı mürekkeple metnin başında yer alan; “Kutbu’l-ârifîn gavsü’lvâsılîn Şeyh Mısrî Muhammed Niyâzî kaddesallâhu esrârehum” ibâresi ile Mısrî’ye nispet edilmektedir. Şiirin beyitleri kırmızı mürekkeple yazılmak sûretiyle belirginleştirilmiş, ayrıca metinde zikredilen âyetler harekelenerek üzerleri kırmızıyla çizilmiştir. Metin şu cümlelerle başlamaktadır: “Kutbu’l-ârifîn gavsü’l-vâsılîn şeyh Mısrî Muhammed Niyâzî kaddesallahu esrârehum. Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l- âlemîn ve’s-salâtü alâ nûri’l-âlemîn ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Be deryâ der menâfi’ bî-şumârest / Ve ger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca karye-i tekye-nişîn iken ihvân-ı bâ-safâdan bir azîz bize gelüp ricâ edüp Eşref-zâde merhûmun, [1a ] Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb binâ kāidesine gayr-ı mutâbık olmakla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft-gû olmuşdur.” Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinden tekâsül eyledik ammâ Allâh’ı ve Resûl’ü severiz. El-mer’u mea ehabbe ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedîye yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn.” Niyâzî-i Mısrî’ye âit ikinci şerh metni, daha doğrusu Mısrî’ye nispet edilen ikinci şerh metni, Sadberk Hanım Müzesi Kütüphanesi, Hüseyin Kocabaş Yazmaları, nr. 320’de kayıtlıdır. İstinsah tarihi 1225 olup müstensihin ismi yoktur. Bir mecmuânın 51a-55b varakları arasındadır. Her sahîfede 19 satır vardır. Okunaklı bir nesih ile yazılan eserde başlık, beyitler, şerhte referans olarak zikri geçen âyet ve hadisler kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Metin, “Cenâb-ı Kutb-ı İrfân Şeyhu’ş-Şuyûh Muhammed Mısrî Hazretleri’nin şerhleridir” ser levhası ile başlamaktadır: “Bismillâhirrahmânirrahîm ve bihi. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü alâ nûri’l-âlemîn ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Be deryâ der menâfi’ bî-şumârest / Ve ger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca karye-i tekye-nişîn iken ihvân-ı bâ-safâdan bir azîz bize gelüp ricâ edüp Eşref-zâde kuddise sırruhu hazretlerinin, Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb binâ kāidesine gayr-ı mutâbık olmakla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft-gû olmuşdur.” 14 Meliha YILDIRAN SARIKAYA Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinde tekâsül eyledik. Ammâ Allâh celle celâluhû ve Resûlullâh aleyhi’s-selâm hazerâtını ziyâdesiyle severiz. El-mer’u mea men ehabbe ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedî umarız. Yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn. Sene 1225 Fî 27 Ş[a’bân].” c. Abdullah Salâhî-i Uşşâkî Şerhi: Kasîde-i Hayrân şerhi yazmalarının büyük çoğunluğu, Salâhî’ye nispet edilmektedir. Bu nüshalardan metin mukayesesine dahil edilecek olanı, Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi, nr. 254’te kayıtlı ve tarihlidir. İstinsah tarihi 1309 olan nüshada müstensih ismi bulunmamaktadır. Bir mecmûa içerisinde bulunan risâle, 5 sahîfeden ibâret olup varak numaraları yoktur. Yalnız son sahîfe kenarına kurşun kalemle “60” rakamı yazılmıştır. Her sahîfede 22 satır mevcuttur. İşlek ve okunaklı bir rik’a ile yazılmıştır. Bu yazmada diğer nüshalardan farklı olarak, şerh edilen şiirin her bir beytinden önce kırmızı mürekkeple; “Kāle Eşrefzâde kuddise sırruhu” ibâresi yer almaktadır. Eserin başına kırmızı mürekkeple, “Güfte-i Eşref-i Rûmî kuddise sırruhu şerh-i eş-Şeyh Abdullâh-ı Salâhî Balıkesîrî” ibâresi mevcuttur. Baş: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ Resûlinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn. Beyt: Be deryâ der menâfi’ bî şumârest / Eger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca bu hakîr Salâhî derd-mende ihvân-ı safâdan bir azîz gelüp ricâ tarîkı ile Hazret-i Eşref-zâde merhûmun, Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb ve binâ kāidesine gayr-ı mutâbık olmağıla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft u gû eylemişlerdir.” Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinde tekâsül etdik. Ancak Allâh’ı ve Resûl’ünü severiz. El-mer’u mea men ehabbe ileyhi saâdet-i sermedî ve izzet-i ebediyyeye Bârî cümlemizi lâyık eyleye. Âmîn. Temmet. Sene 1309.” Salâhî’ye âit ikinci yazma Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi, nr. 300’de kayıtlı bir mecmûa içerisinde, 91b -95a varaklar arasındadır. İstinsah tarihi ve müstensih ismi bulunmamaktadır. Ta’lîk hatla yazılmış olan metnin her sahîfesinde 19 satır vardır. Üçüncü nüsha yine Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi nr. 108’de kayıtlı bir mecmûanın 50b -53b varakları arasındadır. İstinsah ta- 15 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi rihi ve müstensih ismi belirtilmemiştir. Rik’a ile yazılmış metnin her sahîfesinde 21 satır vardır.33 Salâhî’ye âit bir diğer nüsha Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi nr. 99’da kayıtlı bir mecmûa içerisinde, 37b -40b varaklar arasındadır. İstinsah tarihi ve müstensih adı yoktur. Rik’a hatla yazılmış olup her sahîfede 21 satır vardır. Bu metin de öncekiler gibi Salâhî’nin diğer şerhlerinin bulunduğu bir mecmûa içerisindedir. Salâhî’ye ait şerh nüshalarından üçü, Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları, nr. 58/8’de (83b -86a varakları arasında), nr. 832/1’de (1b -6a varakları arasında) ve nr. 997/1’de (1-6a varakları arasında) kayıtlıdır.34 Salâhî’ye âit bir başka nüsha, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, Gaziantep İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu, nr. 3552’te kayıtlı bir mecmûa içerisinde 181b-186a varaklar arasındadır. Hurde ta’lîk hatla yazılmış olup her sahîfede 21 satır vardır. d. İbrâhîm Efendi Şerhi: İbrâhîm Efendi’ye nispet edilen nüsha, Millî Kütüphâne, 3763/4 nr.da kayıtlı bir mecmûa içerisinde 104b -107b varaklar arasındadır. Derviş Hamza Nakş-bendî tarafından 1237 tarihinde istinsah edilmiştir. Satır sayısı 15’tir. İşlek bir rik’a ile yazılmıştır. Hayrân şiirinin beyitleri kırmızı mü- rekkeple yazılmış olup metinde zikri geçen âyet ve hadislerin üstü kırmı- zı çizgi ile belirginleştirilmiştir. Eser İbrâhîm Efendi’ye, son sahîfedeki, “Tarîk-ı Sa’diyye meşâyihlerinden eş-şeyh İbrâhîm Efendi merhûm şerh buyurmuşlardır” ibâresi ile nispet edilmektedir. Baş: “İnnehû min Süleymân ve innehû Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ Resûlinâ Muhammedin nûri’l-kevneyni ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Ammâ ba’d: Beyt Be deryâ der menâfi’ bî şumârest / Ve ger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca kariyye-i Hafsa’da kûşe-nişîn iken ihvân-ı safâ vü yârân-ı bâ-vefâdan biri gelüp ziyâretimiz ricâ edüp Eşref-zâde kaddesallâhu sırrahu’l-azîz hazretlerinin, şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru 33 Salâhî’nin hayatı ve eserleri üzerinde kapsamlı bir çalışma yapan Mehmet Akkuş, eserinde bu nüshayı tanıttıktan sonra bazı pasajları iktibas etmiştir. Bk. Abdullah Salâhaddîn-i Uşşâkî (Salâhî)’nin Hayatı ve Eserleri, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1998, s. 129-131. 34 Osman Ergin Yazmaları Alfabetik Kataloğu, haz. Nail Bayraktar, İstanbul 1993, I, 133, 136; age, haz. Nail Bayraktar-Hüseyin Türkmen, İstanbul 2003, IV, 127. 16 Meliha YILDIRAN SARIKAYA bâbına muvâfık olmayup i’râb binâ kāidesine mutâbık olmamak ile ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft-ı gû olmuşdur.” Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devletini talebde tekâsül etdik amâ Allâh ve Resûlü’nü severiz. El-mer’u mea men ehabbe ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedîne yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn yâ Rabbe’l-âlemîn ve yâ Hayre’n-nâsırîn. Bu kasîde[y]i Havs[a]’da Tarîk-ı Sa’diyye meşâyihlerinden eş-şeyh İbrâhîm Efendi merhûm şerh buyurmuşlardır. Tahrîr fî 5 Cemâziyelevvel sene 1237. Sevvedehu el-fakr attâr es-seyyid dervîş Hamza be-tarîk-ı Nakş-bendî gaferallâhu lehu.” Şeyh İbrahim Efendi’ye nispet edilen ve “Şerh-i Kasîde-i Eşref-zâde” adıyla kayıtlı olan bir diğer nüsha, İzmir Milli Kütüphanesi, Türkçe Yazmaları, nr. 327’de bulunmaktadır. İstinsah tarihi 1245’tir. Nesih hatla yazılmış olup mecmûanın 58b -62a varakları arasındadır. Her sahîfede 19 satır vardır. e. Müellifi Belirtilmeyen Şerh: Yukarıda tanıtılan yazmalardan başka, baştan sona elimizdeki metinlerle aynı olduğu halde herhangi bir müellife nispet edilmeyen bir nüsha daha bulunmuştur. Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, Burdur İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu, nr. 1001’de kayıtlı olan bu nüsha, ta’lîk hatla yazılmış olup bir mecmûanın 65a -69b varakları arasındadır. İstinsah tarihi ve müstensih ismi bulunmamaktadır. Diğer nüshalardan farkı, eserin sonunda, “Temmet terceme-i Kasîde[-i] Eşref-zâde” kaydının bulunmasıdır. Tercüme kelimesinin dilimizde kazandığı geniş anlam yelpâzesi dikkate alınarak bakıldığında, kelimenin burada “şerh” mânâsında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Yalnız eserin kataloga, “Terceme-i Kasîde-i Eşref-zâde” şeklinde işlenmiş olması, araştırmacılar açısından nispeten yanıltıcı olabilmektedir. III. Kasîde-i Hayrân Şerhi’nin Âidiyeti Meselesi Kasîde-i Hayrân’ın bilinen tek şerhini farklı müelliflere nispet eden yazmaların bulunması, bu zamana kadar bilinen tek şârih Salâhî konusuna ihtiyatla yaklaşma zarûretini, en azından bu bilgiyi yeniden tahkîk etmek mecburiyetini getirmiştir. Şerhin gerçek müellifi konusuna açıklık getirebilmek için yapılacak ilk şey, ismi geçen diğer müelliflerin de en az Salâhî kadar bu şerhi kaleme almış olma ihtimâlini göz önünde bulundurmak- 17 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi tır. Bir başka deyişle, Salâhî dışındaki diğer üç ismi, şerh yazmış olma ihtimâlleri bakımından aynı mesâfede görmek gerekmektedir. İncelediğimiz şerhlerin hiçbirisi müellif hattı değildir. Bu sebeple müellifi, sadece yazmalardan hareketle ve kat’î şekilde tespit etmek imkânı yoktur. Metinlerde te’lîf tarihi olmadığı gibi müellifi teşhis etmeye dolaylı da olsa katkı sağlayacak olan istinsah tarihleri de yeteri kadar yardımcı olmamaktadır. Yazmaların sadece dördünde tarih vardır. En eski nüsha, 1225 tarihli olup Niyâzî-i Mısrî’ye izâfe edilen metindir. İbrâhîm Efendi’ye nispet edilen iki nüshadan ilki 1237, diğeri 1245 tarihinde istinsah edilmiştir. En yeni nüsha 1309 tarihli olup Salâhî nüshasıdır.35 Yazmalardaki kayıtlar asıl müellifin tespiti için yeterli olmayınca geriye, metnin muhtevâsından hareketle müellifin kimliğine dâir tahmin yürütme ihtimâli kalmaktadır. Bunun için de şerh metnine biraz daha yakından bakarak muhtemel müelliflerin diğer te’lifatı ile şerh arasında paralellik olup olmadığını tespit edebilmek lâzımdır. Hayrân şerhi, lugat ve belâgat ağırlıklı bir şerh olmayıp tasavvufî bir şerhtir. Dolayısıyla muhtevâdan hareketle müellifi teşhis için klasik şiir bilgisinden ziyâde tasavvuf düşüncesi içerisinde gelişen ekoller arasındaki nüansları tefrîk edebilecek donanıma sâhip olmak gerekmektedir. Ayrıca bu metotla varılan neticenin yüzde yüz isâbetinden bahsetmek hiçbir vakit mümkün değildir. Yine de şerh metni kendilerine izâfe edilen dört ismin ilmî şahsiyetlerine, böyle bir şerh yazıp yazmayacakları nokta-i nazarından bakmak, asıl müellifin en azından kim olmadığı konusunda bir fikir verecektir. a. Şerh Metninin Hüseyin Efendi’ye Âidiyeti İhtimâli Hayrân şerhi yazmalarından biri, Evhadüddîn tekkesi veya Hacı Evhad tekkesi36 şeyhi lakabıyla mâruf olan Hüseyin Efendi’ye izâfe edilmektedir. İsmi, irşâd makamında bulunduğu tekke ile birlikte anılan Hüseyin Efendi ayrıca Kutub Hüseyin Efendi olarak da tanınmıştır. Halvetiyye’nin Sivâsî şûbesi meşâyihinden olup Abdülehad Nûrî’nin halîfelerindendir. Seyyid 35 İstinsah tarihi bulunan nüshalar sırasıyla şunlardır: Sadberk Hanım Müzesi Kütüphanesi, Hüseyin Kocabaş Yazmaları, nr. 320; Millî Kütüphâne, nr. 3763/4; İzmir Milli Kütüphanesi, Türkçe Yazmaları, nr. 327 ve Süleymâniye Kütüphânesi, Uşşâkî Tekkesi, nr. 254. 36 Yedikule yakınlarındaki bu tekke, 1343/1924-25’te Sünbülî dergâhları arasında gösterilmektedir. Bk. Osmanzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, V, 309. Tekke’nin tarihi ve postnişînleri için ayrıca bk. Zâkir Şükrî Efendi, Die Istanbuler Derwisch Konvente und Ihre Scheiche (Mecmua-ı Tekâyâ), haz. Mehmet Serhan Tayşi, yy., 1980, s. 35; İbrahim Baz, Abdülehad Nûrî-i Sivâsî, İstanbul: İnsan Yay., 2007, s. 223-225. 18 Meliha YILDIRAN SARIKAYA Hüseyin mahlasıyla şiir söylemiştir.37 Eserleri arasında Eşrefoğlu şerhi zikredilmemektedir.38 Kütüphânelerde eserlerinden yalnızca ikisinin izine rastlanmış olup bunlardan ilki, Risâletü’l-Ferâiz adında, üç varaktan ibâret bir risâledir.39 Er-risâletü’d-Devrâniye ve İânet li-Erbâbi’t-Tarîka adlı diğer eseri, otuz beş varak olup semâ ve devrân ile ilgili risâlelerin toplandığı bir mecmûa içerisindedir.40 Hüseyin Efendi’nin eser listesi içerisinde herhangi başka herhangi bir tasavvufî şiir şerhi de mevcut değildir. Kendisinden bahseden kaynakların sadece birinde, Tuhfe-i Nâilî’de; “Eşref-zâde Hüseyin Efendi, Eşref-zâde Abbas Efendi’nin oğludur” cümlesiyle tanıtılmaktadır.41 Diğer kaynaklarla destekleyemediğimiz bu bilgi, Hayrân şerhi ile olmasa da Hayrân şiiri ile Hüseyin Efendi’yi birbirine yaklaştırmaktadır. Yâni müellifin, şâyet büyük ceddi ise Eşrefoğlu’nun şiirini okumuş olma ihtimâli hayli yüksektir. Fakat yine de şerhin Hüseyin Efendi’ye âit olup olmadığı konusunu tartışmak için elimizde, Hüseyin Efendi adına kayıtlı Sermet Çifter nüshasından başka bir mâlûmât yoktur. Hayrân şerhi ile Hüseyin Efendi arasında, son derece dolaylı da olsa şöy- 37 Ayrıntılı bilgi için bk. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, III, 500-501; Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I, 62. Ancak Şeyhî Mehmed Efendi, Hüseyin Efendi’nin “mahlasdan ârî ilâhiyyât ve eş’ârı vardır” diyerek mahlas kullanmadığını söylemektedir. Bk. Şakaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul: Çağrı Yay., 1989, IV, 94-95. 38 Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, III, 500-501’de Hüseyin Efendi’nin eserleri: “Mecmau’t-Tefâsîr, Risâle-i Devrâniyye, Ferâiz Şerhi, İzzî Şerhi, Dîvân” sırasıyla yer almaktadır. Şeyhî Mehmed Efendi, eserleri arasında Dîvân’dan bahsetmemektedir. Bk. Şakaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, IV, 94. Aynı şekilde Osmanlı Müellifleri’nde de eserleri arasında Dîvân sayılmamakta, fakat “Seyyid Hüseyin” mahlaslı ilâhiyyâtı olduğu söylenmektedir. Bk. age, I, 62. 39 Bu risâlenin çeşitli koleksiyonlarda pek çok nüshası mevcuttur. Meselâ bk. Süleymaniye Kütüphânesi, A. Tekelioğlu, nr. 817/1; Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphânesi, Konya İl Halk Kütüphânesi, nr. 3643/1; Aynı kütüphâne, nr. 4928/4; Aynı kütüphâne, nr. 4928/8. 40 Süleymaniye Kütüphânesi, Veliyyüddin Efendi, nr. 3602. Bir başka nüsha, Beyazıt Devlet Kütüphânesi, Veliyyüddin Efendi, nr. 3602’de kayıtlıdır. 41 Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî, haz. Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı, Ankara: Bizim Büro Yay., 2001, I, 200-201. Nâil Tuman’ın verdiği kaynaklar tetkik edilmesine rağmen maalesef bu bilginin başka bir kaynakta tekrarı tespit edilememiştir. Yalnız Hüseyin Efendi’nin “Eşrefzâde” neslinden gelmiş olabileceğini destekleyen dolaylı da olsa bir bilgi mevcuttur: Kutub Hüseyin Efendi, torunu Seyyid Abdülkerim Efendi (v. 1181/1767-68)’ye, Dâvut Paşa Camii yakınında olan ve Ördek Baba tekkesi olarak bilinen bir Eşrefî zâviyesinin şeyhliğini işâret etmiş, söz konusu tekkenin meşîhatı da Abdülkerim Efendi ile başlamıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki iki belgeye istinâd eden bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Adalet Çakır, age, s. 541-543. Buradan şöyle bir netice çıkarılabilir: Kādirîlikte yaygın bir gelenek olan evlâdiyet geleneğine göre post-nişînlerin umûmiyetle neseben de Kādirî oldukları bilinmektedir. Bu durumda Seyyid Abdülkerim Efendi’nin ve dolayısıyla Kutub Hüseyin Efendi’nin de Eşref-zâde ahfâdından olma ihtimalleri belirginlik kazanmaktadır. Böylece, Tuhfe-i Nâilî’de Hüseyin Efendi’nin sıfatı olarak zikredilen “Eşref-zâde” vurgusu da bir karşılık bulmaktadır. 19 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi le bir irtibat daha vardır: Muhtemel şârihlerden biri olarak tetkîk edilen Niyâzî-i Mısrî, Hüseyin Efendi’nin adıyla birlikte anılan Hacı Evhad tekkesinde bir hücrede bir müddet i’tikāfa girmiştir.42 Yâni Hüseyin Efendi’nin şerh ile değil de muâsırı olan diğer bir muhtemel şârih ile bir süre de olsa aynı tekkede bulunmuş oldukları bilinmektedir. Ancak görüşüp görüşmediklerine dâir bir kayıt mevcut değildir. Belki de bu râbıta, daha sonra yapılacak araştırmalara, bugün tamamlayıcı bilgilerden mahrum olduğumuz için tahmin yürütemeyeceğimiz türden bir katkıda bulunabilir. Hüseyin Efendi’den bahseden kaynaklar, onun âlim, zâhid ve müteşerri’ bir zât olduğuna vurgu yapmaktadırlar. Hacı Evhad zâviye şeyhliği yanında kürsü vâizliği vazîfesini de deruhte etmiş, son olarak Süleymâniye kürsü vâizliğine getirilmiştir.43 Bütün kaynaklarda tekrar edilen ve “Dervîş olan âşık gerek ol yolda hem sâbit gerek / Ahkâm-ı Kur’ân’a uyup hem sünnete râgıb gerek”44 beytiyle başlayan ilâhî, ondaki şerîat vurgusunu açıkça göstermektedir. Bir tek şiirden hareketle Hüseyin Efendi’nin tasavvufî görüşü hakkında hüküm vermek elbette isâbetli olmayacaktır. Ancak yine de şiire yansıyan din gayretinin, Hayrân şerhinin yazılma sebebi ve muhtevâsına yakın durduğunu söylemek yanlış olmaz. Yâni, Hüseyin Efendi’nin, şerhin müellifi olma ihtimâli göz önünde bulundurulmalıdır. b. Şerh Metninin Niyâzî-i Mısrî’ye Âidiyeti İhtimâli Muhtemel şârihlerden biri, Niyâzî-i Mısrî’dir. Yunus çizgisinde şiir söyleyen Mısrî, esâsen Eşrefoğlu’nun şiirlerine de yabancı değildir. Kendi el yazısıyla tertip ettiği iki mecmûaya seçerek kaydettiği şiirler arasında, Eşrefoğlu’nun şiirleri de vardır.45 Bir şâirin şiirlerini okumuş ve beğenmiş olmak, elbette şerh etmek için yeterli delil teşkil etmez. Mısrî gerçi 42 Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, V, 75: “Şeyh Elîf Efendi, Tenşîtu’l-Muhibbîn’de yazıyorlar ki, şeyhu’l-ârifîn kıdvetü’l-muhakkıkîn Hz. Şeyh Mısrî en-Niyâzî İstanbul’da, Yedikule civârında bir hücrede i’tikâf buyurmuşlardır. Bu hücre el-ân hüsn-i muhâfaza olunur. Burada bilâhare mesnevî-hân Hüsâmeddîn Efendi merhûm teberrüken oturmuştur.” 43 Şakaik-ı Nu’maniye, IV, 94. 44 “Terk eyleyip ser-keşliği isbât ede dervîşliği / İzhâr edüben merdliği hem kâmile tâlib gerek” için bk. Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, haz. Adnan İnce, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, 2005, s. 289. Ayrıca isminin yer aldığı “Seyyîd Hüseyin-i derd-mend bu yolda olsun serd-mend” son mısrâ için bk. Tezkire-i Safâyî, haz. Pervin Çapan, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, 2005, s. 285; Şakaik-ı Nu’maniye, IV, 94. 45 Abdülbaki Gölpınarlı, “Niyâzî-i Mısrî”, Şarkiyat Mecmuası, VII, 1972, s. 204, 208. 20 Meliha YILDIRAN SARIKAYA şârihtir, Yunus’un iki şiirine şerh yazmıştır.46 Hayatı ve tasavvufî görüşleri üzerinde bir hayli akademik çalışma bulunan Mısrî’nin eserleri arasında, Hayrân şerhinden bahsedilmez.47 Oysa elimizde bulunan şerh nüshalarından ikisi, üstelik istinsah tarihi en eski olanı, Mısrî’ye izâfe edilmektedir. Şerh metninin başında, sebeb-i te’lif bölümünde şöyle bir açıklama yer almaktadır: “Ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft u gû olmuşdur. Bu kasîdenin şer’a tatbîkın ve Eşref-zâde’nin kelâmının te’vîlin ricâ ederim.” Pek çok tasavvufî şiir şerhinde tesâdüf olunan bu kabil bir açıklama, kısaca “çevreden gelen ısrarlı talepler” şeklinde kalıplaştırılabilir. Belirtilen gerekçeye göre, müellife mürâcaatta bulunarak yukarıda alıntılanan cümleleri kuran kişi, “ihvân-ı bâ-safâdan bir azîz”dir; yâni şârihin değer verdiği bir kimsedir. Bu kişi aynı zamanda Eşrefoğlu’nun şiirine şüphe ile bakan ve şiirin şerîata muhâlif unsurlar taşıdığını düşünen bir zümrenin, yazılacak şerh ile susturulmasını istemektedir. Konu, sebeb-i te’lif bölümüne bu şekilde taşındığına göre, yâni şârih bu talebi dikkate alarak şerh yazmaya karar verdiğine göre, söz konusu “mütevehhim” yaklaşımı müsâmaha ile karşılıyor demektir. Doğrudan böyle olmasa bile, en azından Eşrefoğlu’nun şiiri hakkında olumsuz konuşan bir topluluğun âdetâ sözcülüğünü üstlenen bir dostuna az da olsa hak verdiği anlaşılmaktadır. Neticede şiirin şerîat dâiresinde olup olmadı- ğı konusunun hayli tartışıldığı anlaşılmaktadır.48 Burada sorulacak soru, bu tavrın muhtemel şârihlerden hangisine yakın durduğu olmalıdır. Daha doğru bir ifadeyle, dört isimden hangisi Eşrefoğlu hakkında ileri sürülen bu türden bir şüpheyi ciddîye alıp şerhe tevessül eder? Meselâ Niyâzî-i Mısrî, böyle bir itirazı hoş veya haklı görebilir mi? Bu suâlin cevâbını kesin olarak verebilmek elbette mümkün değildir. Zaten eski metinlere bu tür sorular yönelterek çözüm arayışına gitmek, bizde henüz yaygın olarak tatbik edilen bir metot değildir. 46 Yunus’un iki şiirini şerh etmiştir. Bk. Kenan Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Dîvânı, Ankara: Akçağ Yay., 1998, s. CLVIII-CLIX. 47 Sadece Kenan Erdoğan, “Niyâzî’ye Ait Olduğu Söylenen Diğer Eser ve Risâleler” başlığı altında, herhangi bir yorum yapmadan, Süleymaniye Kütüphânesi, Hacı Mahmud Efendi, nr. 3254’te kayıtlı nüshayı zikretmiştir. Bk. Niyâzî-i Mısrî Dîvânı, s. CLXI. 48 Burada dikkat çeken husus, şiir üzerindeki şüphelerden ziyâde üsluptur. Kasîde-i Hayrân’dan bahsettiği bir paragrafta Vassâf, aynı konuyu çok daha yüksek bir dil kullanarak şu cümlelerle ifâde etmektedir: “(…) Tamâmen tevhîd-i zât neş’esiyle söylenmiştir. İlm-i zâhir neş’esiyle tevfîk-i ma’nâda zorluk çekilir. Hz. Şeyh’in kemâlât-ı ârifânelerinin mertebe-i bülendine delâlet eder.” Bk. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, I, 102. 21 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi Şerhe, muhtevâ açısından bakıldığında, muhtasar bir metin olması- na rağmen, beyitlerin genel olarak hangi tasavvufî yaklaşıma göre açıklandığı az çok anlaşılmaktadır. Meselâ, hemen ikinci beyitte yer alan; “Gözüm her kande kim baksa görünür sûret-i Rahmân” mısrâını şârih, “Hazret-i Rahmân sûretden münezzehdir; ya’nî sûret-i rahmet-i Rahmân’ı müşâhade ederim” cümlesiyle te’vîl etmeyi tercih etmiştir. Şârihin, Rahmân’ın tecellîsine dâir tasavvurunu göstermesi bakımından temsil de- ğeri olan bu cümle, aynı zamanda şerhe hâkim olan tasavvufî anlayışı da yansıtmaktadır. Oysa Niyâzî-i Mısrî, söz konusu mısrâı böyle bir tevcîh ile şerh etmek bir yana, bizâtihî benzer beyitler söylemiş bir sûfî şâirdir. Birkaç örnek vermek gerekirse; Hakk’ı istersen yüri insâna bak Şems-i zât yüzinde rahşân eylemiş Hak yüzi insân yüzinden görinür Zât-ı Rahmân şeklin insân eylemiş49 beyitlerinde Mısrî, Eşrefoğlu’nun mısrâını biraz daha tahsîs ederek, Rahmân’ın insan yüzünde tecellî ettiğini söylemektedir. Aynı yaklaşımı görmek bakımından, Âdem’ün vechinde Hakk’ı görmedi İblis la’în Sûretâ gördi ki bir �

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI Kitap: 2           SAYI:  731 - 740 Ne tatlıdır bu âhımız, Bâhşeyledi Allahımız; Bizde mekânını kurdu, T...