8 Haziran 2017 Perşembe

Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi Meliha YILDIRAN SARIKAYA* Özet Şerh edebiyatı, dinî tasavvufî Türk edebiyatı ürünleri arasında mühim bir yer tutmaktadır. En çok şerh edilen metinler, hususi bir dil ile söylenen ve şathiye olarak isimlendirilen şiirlerdir. XV. asrın mühim sûfî şâirlerinden olan Eşrefoğlu Rûmî’nin “Kasîde-i Hayrân” ismiyle tanınan şiiri de bir şathiyedir. Bu zamana kadar Abdullah Salâhî-i Uşşâkî tarafından şerh edildiğini bildiğimiz bu şiirin başka şârihleri de olduğu tespit edilmiş, fakat sadece bir şerh metnine ulaşılmıştır. Bu makale Eşrefoğlu’nun şiirine şerh yazan müellifin kim olduğu sorusuna cevap aramaktadır. Anahtar kelimeler: Eşrefoğlu, Kasîde-i Hayrân, Salâhî, Şathiye, Şerh. One Commentary Four Commentators: Commentaries of Eshrefoglu Rumi’s Qasîde-i Hayrân and the Question of the Authorship of these Commentaries Abstract Commentary (sharh) literature has a significant place in the Turkish religiousmystic literature. The most interpreted texts are the ones called shathiyyah, which are written based on a special style. “Qaside-i Hayran” written by Eshrefoglu Rumi, one of the most prominent Sufi poets of XVth century, is a shathiyyah. It has been known that there were other commentaries written about this poem which was known as glossed by Abdullah Salahî, however so far only one of those commentaries has been discovered. This article searches for answer to the question of the identity of sole commentator of Eshrefoglu’s poem. Key words: Eshrefoglu, Qasīde-i Hayrān, Salāhī, Shathiyyah, Commentary (sharh). Giriş Edebî metinleri şerh etme geleneği, klasik şerh-i mütûn çerçevesini biraz zorlayan bir çizgiye taşınarak da olsa günümüze kadar devam etmiştir. Esâsen İslâm te’lif geleneğinde kendi başına bir tür olan şerh, herhangi bir saha içinde temsil kudreti yüksek olan temel metinleri, daha anlaşılır hâle getirmek maksadına hizmet eder. Mühim bir kısmı medreselerde ders ismi * Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (melihasarikaya@gmail.com) 2 Meliha YILDIRAN SARIKAYA de olan mantık, belâgat, kelâm, felsefe gibi ilimlere dair eserlerin şerh edilmesi, yüzyıllar boyunca devam eden köklü bir geleneğin ürünüdür.1 Ancak öncesine nazaran son iki asırda şerh, hâşiye, ta’lîk, telhîs ve zeyl yazmak, neredeyse hükmünü ve devrini tamamlamış te’lif tarzları olarak telâkki edilmeye başlanmıştır.2 Şerhlerle birlikte, bir metni ikmâl etmek, kısaltmak veya genişletmek maksadıyla kaleme alınan diğer tamamlayıcı yazma biçimleri, süreç içerisinde ait oldukları alana orijinal katkı sağlamayan metinler olarak görülmeye başlanmış ve dolayısıyla ciddî bir itibar kaybına uğramış- lardır. Bir taraftan şârihler, okuyucuyu kendi kavrayışları istikametine çekerek tefekkür cehdini azaltmakla suçlanırken diğer yandan şerhler, orijinal eserden istifâdeyi kolaylaştıran metinler olmaktan ziyâde, okuyucu ile eser arasında bir engel şeklinde mütâlâa edilir olmuştur. Kısacası şerh literatü- rüne karşı özellikle felsefe ve dinî ilimler sahasında daha görünür hâle gelen tezyîf edici bir tutum gelişmiştir. Oysa bu tavır aynı zamanda asırların getirdiği tecrübe ve müktesebâtın aktarımıyla hâsıl olan muazzam entelektüel mîrasın ve devamlılık fikrinin de reddi anlamına gelmektedir. Geçen süre zarfında giderek ağırlık kazanan ve taraftar toplayan şerh karşıtı yaklaşımın, edebiyat sahasında kayda değer bir te’siri olmadığı söylenebilir. Edebî metinleri şerh geleneği ciddî bir inkıtâa uğramadan geçmişten günümüze, özellikle eski edebiyat alanındaki akademik çalış- malarda, tabîî bir seyir göstererek devam etmiştir.3 Yalnız son dönemde alan terminolojisine bazı ilâveler yapılmış, meselâ şerh yerine, yapılan çalışmanın metot açısından farklılığına işâret etmek üzere, “tahlil” kelimesi 1 İsmail Kara, şerh ve haşiye geleneğinin medreselerdeki eğitim-öğretim tarzıyla ve hatta ilim siyâsetiyle birebir bağlantılı olduğunu söyledikten sonra konuyu örnekler etrafında tartış- maktadır. Ayrıntılı bilgi için bk. İsmail Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz, İstanbul: Dergah Yay., 2011, s. 28-52. 2 Şerh vb. diğer te’lif türlerinin modernleşme döneminde itibar kaybetmesi süreci, başta “kaynaklara dönüş” hareketi ve buna paralel olarak özellikle oryantalistler tarafından maksatlı ortaya konan “özgünlük” meselesi ile irtibatlandırılmaktadır. Bk. İsmail Kara, age, s. 82-83, 96-99. 3 M. A. Yekta Saraç, metin şerhi geleneği tarihini konu ettiği bir yazısında, günümüzde edebî metinlerin şerhi husûsunda henüz çerçevesi belirlenmiş bir yöntem olmadığını, farklı denemelerin ve tabiatıyla arayışların devam ettiğini söylemektedir. Bk. Saraç, “Şerhler”, Türk Edebiyatı Tarihi (ed. Talât Sait Halman vd.), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2007, II, 121-132. Dünden bugüne şerh geleneği ve metin çözümlemede kullanılan modern metotlar hakkında ayrıntılı bir tasnif ve değerlendirme yapan Rafiye Duru, “Son dönemde yapılan çalışmaların büyük ölçüde gelenek temelli olduğu” tespitinde bulunmaktadır. Bk. Modern Metin Çözümleme Teknikleri Bakımından Şerh Geleneği ve İsmail Hakkı Bursevî (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007, s. 73. 3 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi kullanılmaya başlanmıştır. Tahlil ise şiir söz konusu olduğunda bir tek şiirden ziyâde, meselâ bir şâirin top yekûn dîvânı veya hacimli bir mesnevîsi üzerinde belli bir çerçeve dâhilinde yapılan incelemedir.4 Bununla birlikte “şerh” kelimesi, edebî metinler üzerine yapılan çalışmalarda eski yerini ve tabiatıyla mâhiyetini korumaktadır.5 Edebiyat sahasında şerhe duyulan ihtiyaç, başlangıçta dil engeli ile alâkalı gibi görünmekle birlikte şüphesiz bundan ibaret değildir. Bilindiği üzere İslâmî dönem Türk edebiyatının ilk devresinde İranlı şâirlerin te’siri büyüktür. İslâmî İran edebiyatının klasikleri, başta Hâfız Dîvânı, Bostan ve Gülistan olmak üzere tercüme ve şerh yoluyla dilimize kazandırılmıştır.6 Zamanla söz konusu eserlerin Türkçe şerhleri, metne nüfûz bakımından öyle bir rağbet ve değer bulmuştur ki bu şerhlerden bir kısmı, metinlerin orijinal diline bile çevrilmiştir.7 Gerçekten de bir eserin yabancı dildeki 4 Saraç, yeni kazandığı anlam ile tahlil terimini, şerhin bir sonraki safhası olarak tanımlamaktadır. Bk. “Divan Tahlillerine Dair”, İlmî Araştırmalar, sayı: 8, 1999, s. 209. 5 Sayısız örneği olan şerh başlıklı ve konulu çalışmalardan birkaç tanesini hatırlatmak gerekirse şu isimler verilebilir: Ali Alparslan, “Gazel Şerhi Örnekleri”, Türk Dili, sayı: 415-417, 1986, s. 248-259; Haluk İpekten, “Gazel Şerhi Örnekleri”, Türk Dili, sayı: 415-417, 1986, s. 260- 290; Cihan Okuyucu, “Gazel Şerhi Örnekleri I”, Erciyes Üniversitesi SBE Dergisi, sayı: 4, 1990, s. 467-482; Cengiz Gündoğdu, “Mevlânâ’nın Şathiye Türünde Yazdığı Bir Gazelinin Şerhi: Şerh-i Ebyât-ı Celâleddîn-i Rûmî”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, III, sayı: 8, 2002, s. 27-46. Metin şerhi geleneği, akademik çalışmalarla devam ederken diğer yandan bu yayınlar da ayrıca metotlarının mukayeseleri açısından yeni ilmî çalışmalara konu olmaktadır. Meselâ, Rıdvan Canım, “Metin Şerhi Geleneğimiz Çerçevesinde Tarlan ve İpekten’in Kaleminden Fuzûlî’nin ‘Sana’ Redifli Gazeli”, Fuzûlî Kitabı: 500. Yılında Fuzûlî Sempozyumu Bildirileri, haz. Beşir Ayvazoğlu, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı, 1996, s. 129-140; Turgut Koçoğlu, “Nâbî’nin ‘Gelür Gider’ Redifli Bir Gazeline Walter G. Andrews ve İskender Pala Tarafından Yapılan İki Şerhin Metot Açısından Mukayesesi”, Turkish Studies, II/3, 2007, s. 376-386. 6 Bu tür şerhlerin başlangıçtan itibaren edebî ve tasavvufî metin şerhleri olmak üzere iki koldan devam ettiği söylenebilir. Arap ve Fars edebiyatı klasikleri üzerine yazılan Türkçe şerhlerin bir listesi için bk. Ozan Yılmaz, “Klâsik Şerh Edebiyatı Literatürü”, TALİD, V/9, 2007, s. 278-296. Ayrıca İstanbul kütüphânelerinde bulunan Türkçe şerhlerin bir listesi için bk. Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, İstanbul: Kitabevi Yay., 2000, s. 25-33. Bu tespitlere göre en çok şerh edilen müstakil eserlerin başında, Fıkh-ı Ekber, Fusûsu’l-Hikem, Mesnevî-i Mânevî, Gülşen-i Râz, Bostân, Gülistân, Bahâristân gelmektedir. Şerhe konu olan şiirler arasında ilk sıra Kasîde-i Bürde ve Kasîde-i Bür’e’nindir. Ayrıca Kasîde-i Münferice, Kasîde-i Tâiyye, Kasîde-i Mîmiyye ile Hz. Mevlânâ ve Urfî’nin şiirlerinin de çok sayıda şerhi yapılmıştır. Yine şiirleri en çok şerh edilen şâirler arasında, Mevlânâ, Hâfız, Urfî ve İbn Fârız başta gelmektedir. 7 Meselâ, Ahmed Sûdî Bosnevî, Şerh-i Sûdî ber Hâfız, trc. İsmet Settarzâde, I-III, yy., 1968; Dede İsmail Ankaravî, Şerh-i Kebîr-i Ankaravî ber Mesnevî-yi Ma’nevî-yi Mevlevî, trc. İsmet Settarzâde, I-III, Tahran 1970; Ahmed Sûdî Bosnevî, Şerh-i Sûdî ber Bostân-ı Sa’dî, trc. Ekber Behruz, Tebriz 1973; Ahmed Sûdî Bosnevî, Şerh-i Sûdî ber Gülistân-ı Sa’dî, trc. Ali Ekber Kâzımî, Zeynelâbidîn Çavuşî, Tahran 1970. 4 Meliha YILDIRAN SARIKAYA şerhine, söz konusu edebî eseri anadilinde okuyup anlayanların ihtiyaç duyması mühim bir meseledir. Türk edebiyatı, özellikle “mânâ dili” olarak nitelenen tasavvufî edebiyat alanında kendi şâirlerini yetiştirmeye baş- ladıktan sonra, edebî metin şerhleri sadece yabancı dilde, yâni Farsça ve Arapça yazılmış eserlerle sınırlı kalmayıp okunduğunda anlaşılabilmesi, lisan dışında, metnin referanslarına vâkıf olmayı gerektiren Türkçe edebî metinler için de gerekli bir te’lif sahası haline gelmiştir. Türk edebiyatında müstakil eserlere yazılan şerhler8 dışında, tek tek bazı şiirlere yazılan şerhler de hayli yekûn tutmaktadır. Bu durum biraz da bizim edebiyâtımızın yapısı ve muhtevâsı ile alâkalıdır. Eski edebiyatımı- zın ağırlık noktası nazım olup şiir denildiğinde çok defa gazel kastedilir.9 Farklı anlamalara özellikle müsâit bir dil ile söylenen gazeller, zor intikal edilen şiirlerdir. Bu şiirlerin sunduğu dünyâya dâhil olabilmek için ilm-i arûz, ilm-i kavâfî, eşkâl-i nazm gibi tamamlayıcı alanlara10 dair mâlumat sahibi olmak ve şiirlerde sık işlenen konulara, telmîhlerle işâret edilen belli başlı hikâyelere ve bu hikâyelerin kahramanlarına dair kâfî miktarda bilgi sâhibi olmak gerekmektedir. Bunlara ilâve olarak belli başlı edebî sanatlar hakkında yeterli fikir ve zevk sahibi olmak da lâzımdır. Bütün bu ön hazırlığa ek olarak şiir diline ve özellikle eski şiirin mânâ boyutunu teşkil eden irfânî bilgiye âşinâ olmak lâzımdır. Ayrıca bilindiği üzere tasavvufî şiirlerden bir kısmı daha husûsî bir dille, hakîkatleri ehil olmayanların nazarlarından gizlemek maksadına binâen örtülü şekilde söylenmiştir. İşte bu kabil şiirlerde şerhe duyulan ihtiyaç, zarûret hâline gelmektedir. Şerh edilmek için seçilen şiirlerin bazı müşterek vasıflarından bahsedilebilir. Meselâ bu şiirler ekseriyetle dinî-tasavvufî muhtevâlı ve emsalleri arasında öne çıkan manzûmelerdir. Genellikle doğrudan şiirle alâkalı olmayan bazı ilimlere dair incelikler, herkesin kolayca vâkıf olamayacağı 8 Burada Bursevî’nin Ferahu’r-Ruh (I-II, İstanbul: Hacı Muharrem Efendi Matbaası, 1294) adlı Muhammediyye şerhi, Vassâf’ın Gülzâr-ı Aşk (haz. Mustafa Tatcı, Musa Yıldız, Kaplan Üstü- ner, İstanbul: Dergah Yay., 2006) adını verdiği Vesîletü’n-Necât şerhi ile Cabbarzâde Mehmed Ârif Bey’in İzâhü’l-Merâm alâ Vilâdeti Seyyidi’l-Enâm adlı Mevlid Şerhi (haz. Ozan Yılmaz, İstanbul: Kurtuba Kitap, 2011) akla ilk gelen örneklerdendir. 9 Haluk İpekten, “Gazel Şerhi Örnekleri II”, Türk Dili, sayı: 415-417, 1986, s. 261-262. 10 İlmu’l-beyân, ilmu’l-bedî’, ilmu’l-arûz, ilmu’l-kavâfî, ilmu karzi’ş-şi’r, ilmu mebâdîi’ş-şi’r, ilmu’l-muhâdara, ilmu’d-devâvîn gibi şiirle ilgili ilimlerin bir kısmı için bk. Süleyman Çaldak, “Taşköprülüzâde’nin Mevzûâtu’l-Ulûm’undaki İlimler Tasnîfi Üzerine”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XV, sayı: 2, 2005, s. 120-122. 5 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi sırlar içermektedirler.11 Diğer taraftan bu ve benzeri evsâfa sahip olan şiirlerin, “şathiye” genel başlığı altında toplandığı da bilinmektedir. İşâret dili, mânâ dili, kuşdili, ağrebü’l-garâib terkipleriyle de nitelenen12 şathiyelerin ortak özelliği, mecazla örülü sembolik bir dil ile söylenmiş olmalarıdır. Bu şiirlerin şerhleri, okuyanların istifâdesini hedeflediği kadar, ilk bakışta dinin zâhirî hükümlerine muhâlif gibi görünen mısrâ ve beyitlerin, aslında şerîata aykırı olmadığını göstermek maksadına da hizmet etmektedir.13 Bir şiir beyit sırası esas alınarak baştan sona şerh edilebildiği gibi yanlış anlaşılmaya müsâit beyitlerin seçilerek şerh edildiği de vâkîdir. Anlaşılabilmesi için şerhe ihtiyaç duyulan sûfiyâne şiirlerin şârihleri de tabiatıyla mutasavvıflardır.14 Çoğunlukla şeyh/mürşid makamında olup yorumları- nın isâbeti teslim edilen bu isimlerin yine büyük kısmı şiirle bizâtihî meş- gul olan sûfî şâirlerdir. İşte Eşrefoğlu Rûmî (v. 874/1469)’nin bu makalenin de konusu olan şiiri, bu cümleden bir şathiye15 olup bazı şer’î kaygıları gidermek için şerh edilmiştir. I. Kasîde-i Hayrân ve Tesirleri Eski edebiyâtımızda şiirler, müstakil birer manzûm eser değiller ise genellikle dîvân içerisinde toplanırlar ve nazım şekillerine göre tasnif edilerek muayyen bir sıraya göre dizilirler. Şiirin konusu hakkında fikir veren “tevhîd”, “na’t” veya “münâcât” gibi hatırlatmaların dışında şiirlerin husûsî ismi yoktur veya belirtilmez. Medhiyelerde övülen kişinin ismi zikredilir, târihlerde şiire konu olan hâdiseyi hatırlatan çok kısa açıklama cümlesi bulunabilir; ama bunlar hiçbir zaman günümüz anlayışıyla şiirin başlığı değildir. Şiirlerin tek tek târihleri de yazılmaz; dîvânların sonunda eserin te’lîf veya istinsah tarihi kaydedilir. Dolayısıyla ilk bakışta sanatkârın hangi manzûmesini ne vakit ve hangi hissiyat ile yazdığı veya hangi şiirine 11 Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, s. 24-25, 73-75. 12 Bu isimlendirmeler arasında özellikle “kuşdili” terkîbi öne çıkmıştır ve “mantıku’t-tayr” ibâresiyle, “Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden nasip verildi” (en-Neml/16) Kur’ân-ı Kerîm’de de zikredilmektedir. “Kuşdili” için ayrıca bk. Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı, Türk Edebiyatında Şathiyye, Ankara: Akçağ Yay., 2001, s. 29-32; Bilal Kemikli, “Kuşdiliyle Konuşmak-Sûfî Şairi Anlamak”, Dergâh, XXXI /244, Haziran 2010, s. 14-17. 13 Süleyman Uludağ, “Şathiye”, DİA, İstanbul 2010, XXXVIII, 371. 14 Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, s. 35. 15 Türk edebiyatında şathiyelerin bir edebî tür olarak doğuşu ve tekâmülünün anlatıldığı eserde, şathiye örnekleri arasında Eşrefoğlu’nun şiiri de yer almaktadır. Bk. Kurnaz-Tatcı, Türk Edebiyatında Şathiyye, s. 96-97. 6 Meliha YILDIRAN SARIKAYA husûsî önem atfettiğini anlamak pek mümkün olmaz. Bütün bu tek tipleş- tirme teâmülü içerisinde yine de zamanla birkaç manzûme diğer şiirlere nispetle öne çıkarak câzibe merkezi hâline gelebilir. Bu durumda şiir(ler), bir hüviyet ve isim sahibi olur(lar). Bu şiirlerin isimlendirmeleri konusunda tek bir kaide bulunmadığından ekseriyetle ya redifleriyle veya ilk mısrâlarının ilk kelimeleriyle tanınırlar; Yunus’un “Çıkdım Erik Dalına”, Fuzûlî’nin “Su Kasîdesi”, Sun’ullâh-ı Gaybî’nin “Hüdâ Rabbim” şiirlerinde olduğu gibi. Eşrefoğlu Rûmî’nin, burada ele alacağımız şiiri ise biraz farklı şekilde, ilk mısrâın son kelimesine istinâden, “Kasîde-i Hayrân” ismiyle kayıtlara geçmiştir. Şerhlerin büyük kısmında söz konusu şiir, “kasîde”16 olarak zikredilmektedir. Bununla birlikte, şerh hakkında bilgi veren kaynaklarda aynı şiir, “ilâhî” kaydıyla yer almıştır.17 Oysa şiir, klasik kasîde tertîbine uymamaktadır. Nazım şekli kasîdeden ziyâde gazel formuna yakındır. Dinî-tasavvufî edebiyatımızda varlığını şeklen muhâfaza eden gazel, muhtevâsı farklılaştığı için “gazel-ilâhî” adıyla anılmaktadır. En güzel örnekleri Yunus Dîvânı’nda görülen bu nazım şekli, Yunus muakkiplerince de bihakkın temsil edilmiştir. Bu geleneği devam ettiren sûfî şâirlerin, meselâ Eşrefoğlu Rûmî, Ümmî Sinân, Niyâzî-i Mısrî, Hasan Sezâî’nin dîvânları da klasik dîvân tertîbine uygun olmayıp bu eserlere ihtivâ ettikleri dinî muhtevâlı şiirler sebebiyle “dîvân-ı ilâhiyyât” denilmiştir.18 Eşrefoğlu’nun şiiri de nazım şekli açısından gazel-ilâhî formundadır. Şiirin Dîvân’daki yeri de bu tespiti desteklemektedir; alfabetik sıralamaya uygun olarak “nun” kafiyeli şiirler arasındadır. Her ne kadar formu açı- sından isâbetli bir isimlendirme olmasa da şiir burada, şerhlerde yer alan özel ismiyle, “Kasîde-i Hayrân” şeklinde anılacaktır. Tamamı 19 beyit 16 Elimizdeki bütün şerh metinlerinde söz konusu şiir, “Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi…” ibaresi içinde, “kasîde” olarak zikredilmektedir. Bu örnekten de anlaşı- lacağı üzere eski edebiyatımızın özellikle dinî-tasavvufî şûbesindeki şiirler, nazım şekilleri bakımından keskin çizgilerle tefrik edilememektedir. Meselâ Yunus’un “Çıktım erik dalına” şathiyesi, şârihler veya müstensihlerce farklı isimlerle nitelenmektedir. Aynı şiir Niyâzî şerhinde “nutuk” olarak tanımlanırken Bursevî şerhinde “gazel”, Ali Nakşibendî şerhinde, “güfte” olarak anılmaktadır. Bk. Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, s. 38, 42, 56. Diğer tasavvufî şiir şerhlerinde şerhe konu olan şiirler, gazel, nutuk, ilâhî, manzûme, kelimât, nazım, kasîde, muammâ, ve hattâ makâle gibi birbirinden hayli farklı terimlerle kaydedilebilmektedir. 17 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333, I, 17. 18 XIII. asırdan itibâren tekke şâirlerinin kendi şiirlerini diğerlerinden ayırmak ve özellikle ilhâm kaynaklarını vurgulamak için şiirlerini “ilâhî” adıyla andıkları bilinmektedir. Bk. Mustafa Uzun, “İlâhî”, DİA, XXII, 65. 7 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi olan Hayrân kasîdesi, arûzun, mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalı- bında söylenmiştir. Tam metin şöyledir:19 1. Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân Ene’l-Hak sırrını cânum anınçün kılmadum pinhân 2. Aceb hayrân u mestem kim bilişden bilmezem yâri Gözüm her kande kim baksa görinen sûret-i Rahmân 3. Yüzün görelden ol yârun kamu mahv oldı hep vârum Fenâ oldum bekā buldum bekāda olmışam sultân 4. Benem ol dertlü dermânı benem her ma’denün kânı Benem ol dürr-i bî-hemtâ benem ol bahr-i bî-pâyân 5. Semâda seyr ider sırrum cihânın doldı envârum Mukaddesler cemîîsi benüm sırrumda ser-gerdân 6. Benüm ilm-i ledünnümde hezârân Hızr olur âciz Benüm her bir tecellîmde niçe Mûsâ olur hayrân 7. Görürsin sûretâ âdem benüm emrümdedür âlem Felekler ü melekler hep bana mahkûmdur ins ü cân 8. Çürümüş tenlere bir kez eger dirsem bi-iznî kum Yalın ayak başı açuk duralar kamusı üryân 9. Bu ay u gün bu yılduzlar bu geceler bu gündüzler Bu yazlar kışlar u güzler benüm emrümdedür yeksân 10.Cihân tılsımınun bendi benüm elümdedir şimdi Benem bugün bu meydânda benümdür top-ıla çevgân 11.Benem şâhı bu meydânun benem devri bu devrânun Benem cânı bu cânlarun benümle diridür her cân 12.Benem Mansûrı dâr iden benem ağyârı yâr iden Benem her vârı vâr iden benem giden benem duran 19 Buraya aldığımız şekliyle şiir, Dîvân’ın tahkikli neşrinde 85. sırada ve “nun” harfiyle kafiyeli şiirler arasındadır. Mustafa Güneş, Eşrefoğlu Rûmî Dîvânı (İnceleme-Karşılaştırmalı Metin), Ankara 2000, s. 305-308. İmlâ konusunda büyük ölçüde nâşirin tercihine sâdık kalınmakla birlikte, şerhte yer alan beyitlerin yazılışı ile birlik sağlamak için gerekli bir takım müdâhaleler yapılmıştır. 8 Meliha YILDIRAN SARIKAYA 13.Değülem oddan u sudan yâ toprakdan u yâ yelden Ben irden var-idüm irden henüz yoğ-idi bu ezmân 14.Zamânsuz bî-zamânam ben mekânsuz bî-mekânam ben Dü âlemde hemânam ben benem her görinen gören 15.Bu sırra vâkıf olmazlar şular kim olmadı fânî Ne bilsün sırr-ı Sübhân’ı şular kim sîreti hayvân 16.Ne bilsün mantıku’t-tayrı Süleymân olmayan mürgân Ne bilsün gökce boncuğı cevâhir bilmeyen nâdân 17.Ne bilsün gark-ı istiğrak ki deryâ olmayan zâhid Ne bilsün sırr-ı insânı bu yolda olmayan merdân 18.Ne bilsün ehl-i zâhir ehl-i bâtında olan hâli Ne bilsün kîl ü kāl ehli ne derdini vü ne îmân 19.Sanursın Eşrefoğlı’yam ne Rûmî’yem ne İznikî Benem ol Dâim ü Bakî göründüm sûretâ insân Edebî tür olarak da bu şiirin bir ilâhî olduğu söylenebilir. Bilindiği üzere ilâhî, dinî muhtevâlı şiirlerin genel adı olup henüz sınırları kesin bir şekilde çizilmemiş bir edebiyat ve mûsikî terimidir. Hayrân kasîdesi bestelenmiştir,20 dolayısıyla her cihetten ilâhîdir. Sûfî şâirlerin şiirleri, sözün Hak Teâlâ ile irtibâtını vurgulamak üzere nefes veya nutuk olarak da isimlendirilmiştir. Bu yönüyle şiirin tasavvuf terminolojisindeki karşılığı nutuktur. Kasîde-i Hayrân tarikat muhitlerinde de ziyâdesiyle tanınan ve sevilen bir şiirdir. Bestelenmiş şekliyle tekkelerde okunduğu bilinen şiir etrafında bir menkıbe teşekkül etmiştir. Şiirin, “Çürümüş tenlere bir kez eger dirsem bi-iznî kum / Yalın ayak başı açuk duralar kamusı üryân” şeklindeki sekizinci beyti ile ilgili bir rivâyet, Bahrü’l-Velâye’de şöyle anlatılmaktadır: Söz konusu beyit ahâlî arasında tekrar edilmeye başlayınca, Eşrefoğlu’na muhâlif olan bazı kimseler tarafından dedikodu malzemesi yapılır. Bu konuşmalar sultânın kulağına gelir. Meseleyi tahkîk etmek isteyen sultan, sûfî şâiri huzûra dâvet eder ve Eşrefoğlu’na, “Sen bu söylediğini yapmaya kādir misin?” diye sorar. Eşre- 20 Şiirin bilinen ilk bestesi, Üsküdarlı Zâkirbaşı Ali Efendi’ye aittir. Uşşak makamında ve devr-i hindî usûlünde bestelenmiştir. Nota için bk. Ali Rıza Şengel, Türk Mûsıkîsi Klâsikleri İlâhîler, haz. Yusuf Ömürlü, İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 1981, III, 41. Henüz kayıtlara geçmeyen bir diğer beste, Prof. Dr. Sadettin Ökten’e aittir. Nihâvend makamındaki bu bestesinden bizi haberdar eden kıymetli hocamıza teşekkür ederiz. 9 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi foğlu, “İhtiyaç olursa Hak Teâlâ dediğimi tasdîk etmeye Kādir’dir” cevâbını verir. Bunu bir iddiâ olarak gören sultân, ispatlamasını ister. Neticede şeyh, sultân ve mevzûu bilen insanlar kabristanda toplanırlar. Eşrefoğlu, Eyyühe’lmevtâ kum bi-izni Mevlâ (Ey ölüler, Mevlâ’nın izniyle kalkınız) deyince, bütün ölüler kabirlerinden başlarını çıkarıp ayağa kalkarlar. Bu manzaraya şâhit olanların akılları başlarından gider ve oldukları yerde yığılıp kalırlar. Bunun üzerine şeyh tekrar; Mûtû ve isterîhû (Ölünüz ve istirahat ediniz) der ve ölüler mezarlarına girerler; kabristan eski hâline döner. Şâhit olan herkes hayret ve dehşet içerisinde kalmış ve böylece şeyhin kemâl derecesi de zâhir olmuştur.21 Şiirin Kādirîlik’te, husûsen tarîkatın Eşrefoğlu’na nispetle Eşrefîlik adını alan kolunda ayrı bir yeri vardır. Kādirîler’de olduğu gibi kıyâmî zikir icrâ eden diğer tarîkat mensuplarının İstanbul’daki dergâhlarında da menkıbeye konu olan beyit okunurken kıyam zikrine kalktıkları nakledilmektedir.22 Şiirin, daha doğrusu ilâhînin tarîkat âyinlerinde sıklıkla okunmasında, bu menkıbenin de te’siri olabilir. Vassâf, eserinin Kādiriyye bahsinde Hayrân kasîdesini ayrıca kaydettikten sonra, şiirin tam da bu yönünü, yâni zikrullâh esnâsında okunduğunu, Eşrefoğlu’nun “en ziyâde mütedâvil olan nutuklarındandır” cümlesiyle vurgulamaktadır.23 Hayrân şiirinin şöhreti, biraz da bu şiire cevap olarak söylendiği kabul edilen meşhur bir taşlama ile de genişlemiş görünmektedir. “Eşrefoğlu al haberi” mısrâıyla başlayan ve daha ziyâde bestelenmiş şekliyle tanınan şiir,24 bir halk âşığı olan Hasan Dede (v. 1603-1604)’ye25 âit olup asırlar boyunca Eşrefoğlu’na, dolayısıyla Hayrân şiirine eleştirel bir karşılık şeklinde tasavvur edilmiştir. Vaktiyle kimin ortaya attığı bilinmeyen bu görüş, bugün de sıklıkla tekrar edilmektedir. Oysa Kasîde-i Hayrân, bu kabil bir taşlamayı veya meydan okumayı gerektirecek muhtevâya sahip değildir. Aralarında yaklaşık iki yüz sene gibi bir zaman dilimi bulunan ve görüşleri arasında 21 Köstendilli Süleyman Şeyhi, 1001 Sûfî Bahrü’l-Velâye, haz. Sezai Küçük-Semih Ceyhan, İstanbul: Mavi Yay., 2007, s. 660-661. 22 Adalet Çakır, Mehmet Rif ’at Efendi’nin “Nefhatü’r-Riyâzi’l-Âliye” Adlı Eseri Işığında Anadolu’da Kādirîlik (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2007, s. 458. 23 Osmanzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, İstanbul: Kitabevi Yay., 2006, I, 101. 24 Sabâ makamında bestelenen bu şiirin tamamı ve notaları için bk. Abdülbâki Gölpınarlı, Alevî Bektâşî Nefesleri, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1992, s. 29-30, 283. 25 Horasan’dan Karaman’a, oradan şimdiki Kırıkkale’nin Hasan Dede beldesine gelip yerleşmiş halk şâirlerinden olan Hasan Dede’nin tarihî ve efsânevî şahsiyeti hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Nejat Birdoğan, “Hasandede Kasabası ve Hasan Dede”, Alevi Kaynakları 1, İstanbul: Kaynak Yay., 1996, s. 83-120. 10 Meliha YILDIRAN SARIKAYA belirgin bir fark olmadığı eserlerine bakıldığında anlaşılan bu iki şâirin, söz konusu şiirleriyle karşı karşıya getirilmesinin son derece isâbetsiz olduğunu belirtmek gerekir. Hasan Dede’nin bu şiiri Eşrefoğlu Rûmî’ye değil de kendi döneminde yaşamış olan ve Eşrefoğlu lakabıyla tanınan Ankara vâlisine hitâben söylemiş olma ihtimâli, hakikate daha yakın durmaktadır.26 Kasîde-i Hayrân’a bir de nazîre yazıldığı görülmektedir. Seyyid Seyfullâh (v. 1601)27 tarafından yazılan, daha doğrusu nazîre olarak yazıldığını dü- şündüğümüz şiir, Tecellî şevk-i zâtınla ben oldum vâlih ü hayrân Yitürdüm varlığım küllî ki oldum garka-i ummân beytiyle başlamakta olup Hayrân şiiriyle aynı vezinde ve aynı kafiye ile söylenmiştir. Tamâmı 65 beyit olan28 şiirin baş kısmında, “Kutbu’l- ârifîn gavsu’l-vâsılîn Seyyid Seyfullah bin Seyyid Nizâmeddîn kuddise sırruhu’l-azîz hazretlerinin seyr [u] sülûku esnâsında kendülerden zuhûr eden nutuklarıdır.”29 şeklinde bir açıklama cümlesi bulunmaktadır. Eşrefoğlu’nun şiirine kıyasla hayli hacimli olan bu şiir, muhtevâ bakımından da Hayrân şiiriyle birebir benzerlik göstermektedir. Nazîre olmak vasfını muhâfaza etmekle birlikte manzûm bir şerh olarak da düşünülebilir. Ne var ki şiirde böyle bir kayıt bulunmamaktadır. Ayrıca şiirin seçilen bazı beyitleri, Zağralı Handî (v. 1727) tarafından tahmîs edilmiştir.30 26 Hasan Dede üzerinde müstakil bir çalışması bulunan Nejat Birdoğan, “Eşrefoğlu al haberi” mısrâıyla başlayan şiirin muhâtabını Eşrefoğlu olarak göstermektedir. Bununla birlikte Hasan Dede ahfâdından Halil Demirhan adlı kişinin görüşünü, kitabında şu cümlelerle tartış- maktadır: “Oysa ki Halil Demirhan, bu deyişin o dönemlerdeki Ankara Paşası Eşrefoğlu adındaki birisine kızarak söylendiğini yazmakta. Acaba daha mı mantıklı? Güya, Hasan Dede’m bu deyişin etkisi altında o deyişi söylemiş. Ancak, iki deyiş arasında pek anlam birliği yok. Eşrefoğlu’nun hiçbir deyişi ile bu deyiş arasında ilişki kuramıyoruz. Gerçekten bir müfettişe söylenmiş sözler gibi geliyor. Hele hele bir iftirayı def’etmek için söylenmiş nefis bir savunma gibi geliyor.” bk. Nejat Birdoğan, Alevi Kaynakları, I, 101. Aynı bilgi için ayrıca bk. İsmail Özmen, Alevî-Bektaşî Şiirleri Antolojisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1998, III, 23-24. 27 Hayatı hakkında bilgi için bk. Necdet Tosun, “Seyyid Nizâmoğlu Seyfullah Hayatı ve Eserleri”, İLAM Araştırma Dergisi, II/1, 1997, s. 153-164. 28 Seyyid Seyfullah, Divan-ı Seyyid Seyfullah; Mi’râcü’l-Mü’min, Dersaâdet: Matbaa-i Ahmed Kâmil, 1329, s. 186-190. 29 Seyyid Seyfullah, Divan, s. 186. 30 Bu tahmîsin, Türk Kültürü ve Hacıbektaş Velî Araştırma Kütüphânesi, nr. 413’te kayıtlı Mecmua-i Eş’âr’da, vr. 30a’da yer aldığını haber veren Ahmet Mermer, ilk bendi makalede iktibas etmiştir. Bk. “Eşrefoğlu ve Bir Şathiyyesinin Şerhi”, Millî Folklor, VII/53, 2002, s. 107. Söz konusu tahmîs, şâirin dîvânında yer almamaktadır. Bk. Ayten Şenyurt, Ali Handî ve Dîvânı (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004. 11 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi II. Kasîde-i Hayrân’ın Şerhleri Eşrefoğlu’ndan bahseden kaynaklarda, şiirlerinden bir kısmının şerh edildiği bilgisi yer alırken Hayrân şiiri ayrıca vurgulanır. Meselâ Osmanlı Müellifleri’nde, şiirin ilk beyti iktibas edilmiş ve “ilâhiyyât-ı âşıkānelerinden” şeklinde tavsîf edilen şiirin “ba’zı urefâ” tarafından şerh edildiği belirtilmiştir.31 Bu ifâdeden, şiirin birden fazla şerhi olduğu anla- şılmaktadır. Oysa bu zamana kadar, sadece Abdullah Salâhî-i Uşşâkî’ye âit şerh bilinmekteydi.32 Başka şerhlerin de olduğu/olabileceği ihtimâlinden hareketle yaptığımız araştırma neticesinde, şu âna kadar Hayrân şiirinin dört ayrı şârihini tespit ettik. Ancak yazma eser kütüphânelerinin katalogları henüz tam anlamıyla ikmâl edilmediği için tespit ettiğimiz şârihlerin sayısının artabileceği ihtimâlini hatırdan uzak tutmamak gerekir. Ayrıca bu rakam sadece şârihleri göstermekte olup ulaşılan metin sayısı değildir. Muhtemel şârihler sırasıyla, Hüseyin Efendi (v. 1105/1693-94), Niyâzî-i Mısrî (v. 1106/1694), Salâhî-i Uşşâkî (v. 1196/1781) ve İbrahim Efendi (v. ?)’dir. Bu dört şahsiyet arasında özellikle Niyâzî-i Mısrî ve Salâhî-i Uşşâkî, dinî-tasavvuf edebiyâtın dîvân sahibi şâirlerinden olup şârih olarak da temâyüz etmiş iki mühim isimdir. Burada asıl mühim konu, Kasîde-i Hayrân’ın dört şârihi olmakla birlikte tek bir metninin olmasıdır. Çünkü elimizde dört ayrı şârihe nispetle kayıtlara geçen, başka bir deyişle farklı imzâlar taşıyan tek bir metin bulunmaktadır. Üstelik müelliflerin isimleri, şerhlerin ya giriş kısmında sebeb-i te’liften önce veya metnin sonunda, sıfatları ile birlikte bizâtihî yer almaktadır. Yâni yazmaların müellifleri, bazı yazma eserlerin kütüphâne kayıtlarında gördüğümüz üzere, fişleme hatası sebebiyle yanlış kaydedilmiş değildir. Sanki dört şârih ayrı ayrı, neredeyse kelimesi kelimesine aynı olan bir metin kaleme almışlardır. Zaman zaman iki veya daha fazla şâirin 31 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I, 17. Aynı bilgi yani birden fazla şârih olduğu bilgisi başka kaynaklarda da yer almaktadır. Bk. Sâdık Vicdânî, Tarikatler ve Silsileleri (Tomâr-ı Turûk-ı Aliye), haz. İrfan Gündüz, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1995, s. 129; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, I, 102. 32 Kasîde-i Hayrân’ı son olarak Ahmet Mermer şerh etmiştir. Bu şerh, modern metotla yazılmış olup her bir beyit önce nesre çevrilmiş, ardından beyitlerde zikri geçen tasavvufî ıstılahlar açıklanarak beyitlerin tasavvuf düşüncesindeki yeri gösterilmiştir. Bazı beyitlerin açıklamasında yazar, tek şârih olarak zikrettiği Salâhî’nin şerhinden de alıntılar yapmıştır. Şerhte dikkat çeken bir başka husûsiyet, şiirin bugün elimizde olan şekliyle, 19 beyit olarak değil de yazma nüshalarında olduğu gibi ve aynı sırayla 14 beytinin şerh edilmesidir. Şerhin tamamı için bk. Ahmet Mermer, “Eşrefoğlu ve Bir Şathiyyesinin Şerhi”, Millî Folklor, s. 106-113. 12 Meliha YILDIRAN SARIKAYA çok çok bir mısrâ veya beyti arasında tesâdüf edilen bu tür benzerliklere “tevârüd” denilmektedir. Ne var ki tastamam bir şerh metninin dört ayrı müellifin kaleminden aynı şekilde çıkması mümkün değildir. Yâni bir tevârüd örneği ile karşı karşıya olmadığımız âşikârdır. Şu halde şârih ya bu dört isimden biridir veya bu dört isimden biri olmayıp bir başkasıdır. Asıl şârihin kim olduğu konusunda şimdilik kesin bir kanâat oluşmadığı için her bir ismi muhtemel şârih olarak görmek ve kendilerine nispet edilen yazma nüshaları, bu isimleri anarak tanıtmak tercih edilmiştir. a. Hüseyin Efendi Şerhi: Hüseyin Efendi’ye nispet edilen nüsha, Yapı Kredi Sermet Çifter Araştırma Kütüphanesi, nr. 17’de bir mecmûa içerisinde, 115a -117a varaklar arasındadır. İstinsah tarihi ve müstensihin ismi bulunmamaktadır. Her sahîfede 23 satır vardır. Okunaklı bir ta’lîk hat ile yazılmıştır. Başlık ve şerh edilen beyitler kırmızı mürekkeple yazılmış olup metinde zikredilen âyet ve hadislerin üzeri kırmızı mürekkeple çizilerek belirgin hâle getirilmiştir. Eser, Hüseyin Efendi’ye derkenardaki; “Şârih-i ilâhî el-hâc Evhadüddîn şeyhi Hüseyin Efendi kuddise sırruhu” ibâresi ve metnin sonunda yer alan, “Evhadüddîn tekyesi şeyhi Hüseyin Efendi hazretlerinin şerhidir” cümlesi ile nispet edilmekredir. Baş: “Şerh-i İlâhî Şeyh Eşref-zâde Abdullâh er-Rûmî el-Kādirî kuddise sırruhu. Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’ssalâtü ve’s-selâmu alâ nûri ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Beyt: Be deryâ der menâfi’ bî şumârest / Eger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca karye-i tekye-nişîn iken ihvân-ı safâdan bir azîz gelüp ricâ edüp Eşref-zâde, Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb ve binâ kāidesine gayr-ı mutâbık olmağla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft u gû olmuşdur.” Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinde tekâsül etdik amâ Allâh’ı ve Resûlü’nü severiz El-mer’u mea men ehabbe ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedîye cümlemizi lâyık eyleye. Âmîn yâ Rabbe’l-âlemîn. Evhadüddîn tekyesi şeyhi Hüseyin Efendi hazretlerinin şerhidir.” b. Niyâzî-i Mısrî Şerhi: Elimizdeki yazma nüshalardan ikisi Niyâzî-i Mısrî’ye âit görünmektedir. İlki, Süleymaniye Kütüphânesi, Hacı Mahmud Efendi, nr. 3254’te kayıtlı 13 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi müstakil bir yazma risâledir. İstinsah tarihi ve müstensihin ismi bulunmamaktadır. Güzel bir nesih yazı ile kaleme alınan eser, 13 varaktan ibârettir. Küçük boy bir deftere her sahîfede 11 satır olacak şekilde yazılmıştır. Eser, kırmızı mürekkeple metnin başında yer alan; “Kutbu’l-ârifîn gavsü’lvâsılîn Şeyh Mısrî Muhammed Niyâzî kaddesallâhu esrârehum” ibâresi ile Mısrî’ye nispet edilmektedir. Şiirin beyitleri kırmızı mürekkeple yazılmak sûretiyle belirginleştirilmiş, ayrıca metinde zikredilen âyetler harekelenerek üzerleri kırmızıyla çizilmiştir. Metin şu cümlelerle başlamaktadır: “Kutbu’l-ârifîn gavsü’l-vâsılîn şeyh Mısrî Muhammed Niyâzî kaddesallahu esrârehum. Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l- âlemîn ve’s-salâtü alâ nûri’l-âlemîn ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Be deryâ der menâfi’ bî-şumârest / Ve ger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca karye-i tekye-nişîn iken ihvân-ı bâ-safâdan bir azîz bize gelüp ricâ edüp Eşref-zâde merhûmun, [1a ] Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb binâ kāidesine gayr-ı mutâbık olmakla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft-gû olmuşdur.” Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinden tekâsül eyledik ammâ Allâh’ı ve Resûl’ü severiz. El-mer’u mea ehabbe ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedîye yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn.” Niyâzî-i Mısrî’ye âit ikinci şerh metni, daha doğrusu Mısrî’ye nispet edilen ikinci şerh metni, Sadberk Hanım Müzesi Kütüphanesi, Hüseyin Kocabaş Yazmaları, nr. 320’de kayıtlıdır. İstinsah tarihi 1225 olup müstensihin ismi yoktur. Bir mecmuânın 51a-55b varakları arasındadır. Her sahîfede 19 satır vardır. Okunaklı bir nesih ile yazılan eserde başlık, beyitler, şerhte referans olarak zikri geçen âyet ve hadisler kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Metin, “Cenâb-ı Kutb-ı İrfân Şeyhu’ş-Şuyûh Muhammed Mısrî Hazretleri’nin şerhleridir” ser levhası ile başlamaktadır: “Bismillâhirrahmânirrahîm ve bihi. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü alâ nûri’l-âlemîn ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Be deryâ der menâfi’ bî-şumârest / Ve ger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca karye-i tekye-nişîn iken ihvân-ı bâ-safâdan bir azîz bize gelüp ricâ edüp Eşref-zâde kuddise sırruhu hazretlerinin, Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb binâ kāidesine gayr-ı mutâbık olmakla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft-gû olmuşdur.” 14 Meliha YILDIRAN SARIKAYA Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinde tekâsül eyledik. Ammâ Allâh celle celâluhû ve Resûlullâh aleyhi’s-selâm hazerâtını ziyâdesiyle severiz. El-mer’u mea men ehabbe ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedî umarız. Yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn. Sene 1225 Fî 27 Ş[a’bân].” c. Abdullah Salâhî-i Uşşâkî Şerhi: Kasîde-i Hayrân şerhi yazmalarının büyük çoğunluğu, Salâhî’ye nispet edilmektedir. Bu nüshalardan metin mukayesesine dahil edilecek olanı, Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi, nr. 254’te kayıtlı ve tarihlidir. İstinsah tarihi 1309 olan nüshada müstensih ismi bulunmamaktadır. Bir mecmûa içerisinde bulunan risâle, 5 sahîfeden ibâret olup varak numaraları yoktur. Yalnız son sahîfe kenarına kurşun kalemle “60” rakamı yazılmıştır. Her sahîfede 22 satır mevcuttur. İşlek ve okunaklı bir rik’a ile yazılmıştır. Bu yazmada diğer nüshalardan farklı olarak, şerh edilen şiirin her bir beytinden önce kırmızı mürekkeple; “Kāle Eşrefzâde kuddise sırruhu” ibâresi yer almaktadır. Eserin başına kırmızı mürekkeple, “Güfte-i Eşref-i Rûmî kuddise sırruhu şerh-i eş-Şeyh Abdullâh-ı Salâhî Balıkesîrî” ibâresi mevcuttur. Baş: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ Resûlinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn. Beyt: Be deryâ der menâfi’ bî şumârest / Eger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca bu hakîr Salâhî derd-mende ihvân-ı safâdan bir azîz gelüp ricâ tarîkı ile Hazret-i Eşref-zâde merhûmun, Tecellî şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru bâbına muvâfık olmayup i’râb ve binâ kāidesine gayr-ı mutâbık olmağıla hâlâ ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft u gû eylemişlerdir.” Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devleti talebinde tekâsül etdik. Ancak Allâh’ı ve Resûl’ünü severiz. El-mer’u mea men ehabbe ileyhi saâdet-i sermedî ve izzet-i ebediyyeye Bârî cümlemizi lâyık eyleye. Âmîn. Temmet. Sene 1309.” Salâhî’ye âit ikinci yazma Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi, nr. 300’de kayıtlı bir mecmûa içerisinde, 91b -95a varaklar arasındadır. İstinsah tarihi ve müstensih ismi bulunmamaktadır. Ta’lîk hatla yazılmış olan metnin her sahîfesinde 19 satır vardır. Üçüncü nüsha yine Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi nr. 108’de kayıtlı bir mecmûanın 50b -53b varakları arasındadır. İstinsah ta- 15 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi rihi ve müstensih ismi belirtilmemiştir. Rik’a ile yazılmış metnin her sahîfesinde 21 satır vardır.33 Salâhî’ye âit bir diğer nüsha Süleymaniye Kütüphânesi, Uşşaki Tekkesi nr. 99’da kayıtlı bir mecmûa içerisinde, 37b -40b varaklar arasındadır. İstinsah tarihi ve müstensih adı yoktur. Rik’a hatla yazılmış olup her sahîfede 21 satır vardır. Bu metin de öncekiler gibi Salâhî’nin diğer şerhlerinin bulunduğu bir mecmûa içerisindedir. Salâhî’ye ait şerh nüshalarından üçü, Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları, nr. 58/8’de (83b -86a varakları arasında), nr. 832/1’de (1b -6a varakları arasında) ve nr. 997/1’de (1-6a varakları arasında) kayıtlıdır.34 Salâhî’ye âit bir başka nüsha, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, Gaziantep İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu, nr. 3552’te kayıtlı bir mecmûa içerisinde 181b-186a varaklar arasındadır. Hurde ta’lîk hatla yazılmış olup her sahîfede 21 satır vardır. d. İbrâhîm Efendi Şerhi: İbrâhîm Efendi’ye nispet edilen nüsha, Millî Kütüphâne, 3763/4 nr.da kayıtlı bir mecmûa içerisinde 104b -107b varaklar arasındadır. Derviş Hamza Nakş-bendî tarafından 1237 tarihinde istinsah edilmiştir. Satır sayısı 15’tir. İşlek bir rik’a ile yazılmıştır. Hayrân şiirinin beyitleri kırmızı mü- rekkeple yazılmış olup metinde zikri geçen âyet ve hadislerin üstü kırmı- zı çizgi ile belirginleştirilmiştir. Eser İbrâhîm Efendi’ye, son sahîfedeki, “Tarîk-ı Sa’diyye meşâyihlerinden eş-şeyh İbrâhîm Efendi merhûm şerh buyurmuşlardır” ibâresi ile nispet edilmektedir. Baş: “İnnehû min Süleymân ve innehû Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ Resûlinâ Muhammedin nûri’l-kevneyni ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn. Ammâ ba’d: Beyt Be deryâ der menâfi’ bî şumârest / Ve ger hāhî selâmet der kenârest mısdâkınca kariyye-i Hafsa’da kûşe-nişîn iken ihvân-ı safâ vü yârân-ı bâ-vefâdan biri gelüp ziyâretimiz ricâ edüp Eşref-zâde kaddesallâhu sırrahu’l-azîz hazretlerinin, şevk-i dîdârun beni mest eyledi hayrân kasîdesi nasara yensuru 33 Salâhî’nin hayatı ve eserleri üzerinde kapsamlı bir çalışma yapan Mehmet Akkuş, eserinde bu nüshayı tanıttıktan sonra bazı pasajları iktibas etmiştir. Bk. Abdullah Salâhaddîn-i Uşşâkî (Salâhî)’nin Hayatı ve Eserleri, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1998, s. 129-131. 34 Osman Ergin Yazmaları Alfabetik Kataloğu, haz. Nail Bayraktar, İstanbul 1993, I, 133, 136; age, haz. Nail Bayraktar-Hüseyin Türkmen, İstanbul 2003, IV, 127. 16 Meliha YILDIRAN SARIKAYA bâbına muvâfık olmayup i’râb binâ kāidesine mutâbık olmamak ile ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft-ı gû olmuşdur.” Son: “İnnî câilün fi’l-ardi halîfeten devletini talebde tekâsül etdik amâ Allâh ve Resûlü’nü severiz. El-mer’u mea men ehabbe ile saâdet-i sermedî ve izzet-i ebedîne yâ Rab cümlemizi lâyık eyle. Âmîn yâ Rabbe’l-âlemîn ve yâ Hayre’n-nâsırîn. Bu kasîde[y]i Havs[a]’da Tarîk-ı Sa’diyye meşâyihlerinden eş-şeyh İbrâhîm Efendi merhûm şerh buyurmuşlardır. Tahrîr fî 5 Cemâziyelevvel sene 1237. Sevvedehu el-fakr attâr es-seyyid dervîş Hamza be-tarîk-ı Nakş-bendî gaferallâhu lehu.” Şeyh İbrahim Efendi’ye nispet edilen ve “Şerh-i Kasîde-i Eşref-zâde” adıyla kayıtlı olan bir diğer nüsha, İzmir Milli Kütüphanesi, Türkçe Yazmaları, nr. 327’de bulunmaktadır. İstinsah tarihi 1245’tir. Nesih hatla yazılmış olup mecmûanın 58b -62a varakları arasındadır. Her sahîfede 19 satır vardır. e. Müellifi Belirtilmeyen Şerh: Yukarıda tanıtılan yazmalardan başka, baştan sona elimizdeki metinlerle aynı olduğu halde herhangi bir müellife nispet edilmeyen bir nüsha daha bulunmuştur. Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, Burdur İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu, nr. 1001’de kayıtlı olan bu nüsha, ta’lîk hatla yazılmış olup bir mecmûanın 65a -69b varakları arasındadır. İstinsah tarihi ve müstensih ismi bulunmamaktadır. Diğer nüshalardan farkı, eserin sonunda, “Temmet terceme-i Kasîde[-i] Eşref-zâde” kaydının bulunmasıdır. Tercüme kelimesinin dilimizde kazandığı geniş anlam yelpâzesi dikkate alınarak bakıldığında, kelimenin burada “şerh” mânâsında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Yalnız eserin kataloga, “Terceme-i Kasîde-i Eşref-zâde” şeklinde işlenmiş olması, araştırmacılar açısından nispeten yanıltıcı olabilmektedir. III. Kasîde-i Hayrân Şerhi’nin Âidiyeti Meselesi Kasîde-i Hayrân’ın bilinen tek şerhini farklı müelliflere nispet eden yazmaların bulunması, bu zamana kadar bilinen tek şârih Salâhî konusuna ihtiyatla yaklaşma zarûretini, en azından bu bilgiyi yeniden tahkîk etmek mecburiyetini getirmiştir. Şerhin gerçek müellifi konusuna açıklık getirebilmek için yapılacak ilk şey, ismi geçen diğer müelliflerin de en az Salâhî kadar bu şerhi kaleme almış olma ihtimâlini göz önünde bulundurmak- 17 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi tır. Bir başka deyişle, Salâhî dışındaki diğer üç ismi, şerh yazmış olma ihtimâlleri bakımından aynı mesâfede görmek gerekmektedir. İncelediğimiz şerhlerin hiçbirisi müellif hattı değildir. Bu sebeple müellifi, sadece yazmalardan hareketle ve kat’î şekilde tespit etmek imkânı yoktur. Metinlerde te’lîf tarihi olmadığı gibi müellifi teşhis etmeye dolaylı da olsa katkı sağlayacak olan istinsah tarihleri de yeteri kadar yardımcı olmamaktadır. Yazmaların sadece dördünde tarih vardır. En eski nüsha, 1225 tarihli olup Niyâzî-i Mısrî’ye izâfe edilen metindir. İbrâhîm Efendi’ye nispet edilen iki nüshadan ilki 1237, diğeri 1245 tarihinde istinsah edilmiştir. En yeni nüsha 1309 tarihli olup Salâhî nüshasıdır.35 Yazmalardaki kayıtlar asıl müellifin tespiti için yeterli olmayınca geriye, metnin muhtevâsından hareketle müellifin kimliğine dâir tahmin yürütme ihtimâli kalmaktadır. Bunun için de şerh metnine biraz daha yakından bakarak muhtemel müelliflerin diğer te’lifatı ile şerh arasında paralellik olup olmadığını tespit edebilmek lâzımdır. Hayrân şerhi, lugat ve belâgat ağırlıklı bir şerh olmayıp tasavvufî bir şerhtir. Dolayısıyla muhtevâdan hareketle müellifi teşhis için klasik şiir bilgisinden ziyâde tasavvuf düşüncesi içerisinde gelişen ekoller arasındaki nüansları tefrîk edebilecek donanıma sâhip olmak gerekmektedir. Ayrıca bu metotla varılan neticenin yüzde yüz isâbetinden bahsetmek hiçbir vakit mümkün değildir. Yine de şerh metni kendilerine izâfe edilen dört ismin ilmî şahsiyetlerine, böyle bir şerh yazıp yazmayacakları nokta-i nazarından bakmak, asıl müellifin en azından kim olmadığı konusunda bir fikir verecektir. a. Şerh Metninin Hüseyin Efendi’ye Âidiyeti İhtimâli Hayrân şerhi yazmalarından biri, Evhadüddîn tekkesi veya Hacı Evhad tekkesi36 şeyhi lakabıyla mâruf olan Hüseyin Efendi’ye izâfe edilmektedir. İsmi, irşâd makamında bulunduğu tekke ile birlikte anılan Hüseyin Efendi ayrıca Kutub Hüseyin Efendi olarak da tanınmıştır. Halvetiyye’nin Sivâsî şûbesi meşâyihinden olup Abdülehad Nûrî’nin halîfelerindendir. Seyyid 35 İstinsah tarihi bulunan nüshalar sırasıyla şunlardır: Sadberk Hanım Müzesi Kütüphanesi, Hüseyin Kocabaş Yazmaları, nr. 320; Millî Kütüphâne, nr. 3763/4; İzmir Milli Kütüphanesi, Türkçe Yazmaları, nr. 327 ve Süleymâniye Kütüphânesi, Uşşâkî Tekkesi, nr. 254. 36 Yedikule yakınlarındaki bu tekke, 1343/1924-25’te Sünbülî dergâhları arasında gösterilmektedir. Bk. Osmanzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, V, 309. Tekke’nin tarihi ve postnişînleri için ayrıca bk. Zâkir Şükrî Efendi, Die Istanbuler Derwisch Konvente und Ihre Scheiche (Mecmua-ı Tekâyâ), haz. Mehmet Serhan Tayşi, yy., 1980, s. 35; İbrahim Baz, Abdülehad Nûrî-i Sivâsî, İstanbul: İnsan Yay., 2007, s. 223-225. 18 Meliha YILDIRAN SARIKAYA Hüseyin mahlasıyla şiir söylemiştir.37 Eserleri arasında Eşrefoğlu şerhi zikredilmemektedir.38 Kütüphânelerde eserlerinden yalnızca ikisinin izine rastlanmış olup bunlardan ilki, Risâletü’l-Ferâiz adında, üç varaktan ibâret bir risâledir.39 Er-risâletü’d-Devrâniye ve İânet li-Erbâbi’t-Tarîka adlı diğer eseri, otuz beş varak olup semâ ve devrân ile ilgili risâlelerin toplandığı bir mecmûa içerisindedir.40 Hüseyin Efendi’nin eser listesi içerisinde herhangi başka herhangi bir tasavvufî şiir şerhi de mevcut değildir. Kendisinden bahseden kaynakların sadece birinde, Tuhfe-i Nâilî’de; “Eşref-zâde Hüseyin Efendi, Eşref-zâde Abbas Efendi’nin oğludur” cümlesiyle tanıtılmaktadır.41 Diğer kaynaklarla destekleyemediğimiz bu bilgi, Hayrân şerhi ile olmasa da Hayrân şiiri ile Hüseyin Efendi’yi birbirine yaklaştırmaktadır. Yâni müellifin, şâyet büyük ceddi ise Eşrefoğlu’nun şiirini okumuş olma ihtimâli hayli yüksektir. Fakat yine de şerhin Hüseyin Efendi’ye âit olup olmadığı konusunu tartışmak için elimizde, Hüseyin Efendi adına kayıtlı Sermet Çifter nüshasından başka bir mâlûmât yoktur. Hayrân şerhi ile Hüseyin Efendi arasında, son derece dolaylı da olsa şöy- 37 Ayrıntılı bilgi için bk. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, III, 500-501; Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I, 62. Ancak Şeyhî Mehmed Efendi, Hüseyin Efendi’nin “mahlasdan ârî ilâhiyyât ve eş’ârı vardır” diyerek mahlas kullanmadığını söylemektedir. Bk. Şakaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul: Çağrı Yay., 1989, IV, 94-95. 38 Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, III, 500-501’de Hüseyin Efendi’nin eserleri: “Mecmau’t-Tefâsîr, Risâle-i Devrâniyye, Ferâiz Şerhi, İzzî Şerhi, Dîvân” sırasıyla yer almaktadır. Şeyhî Mehmed Efendi, eserleri arasında Dîvân’dan bahsetmemektedir. Bk. Şakaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, IV, 94. Aynı şekilde Osmanlı Müellifleri’nde de eserleri arasında Dîvân sayılmamakta, fakat “Seyyid Hüseyin” mahlaslı ilâhiyyâtı olduğu söylenmektedir. Bk. age, I, 62. 39 Bu risâlenin çeşitli koleksiyonlarda pek çok nüshası mevcuttur. Meselâ bk. Süleymaniye Kütüphânesi, A. Tekelioğlu, nr. 817/1; Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphânesi, Konya İl Halk Kütüphânesi, nr. 3643/1; Aynı kütüphâne, nr. 4928/4; Aynı kütüphâne, nr. 4928/8. 40 Süleymaniye Kütüphânesi, Veliyyüddin Efendi, nr. 3602. Bir başka nüsha, Beyazıt Devlet Kütüphânesi, Veliyyüddin Efendi, nr. 3602’de kayıtlıdır. 41 Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî, haz. Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı, Ankara: Bizim Büro Yay., 2001, I, 200-201. Nâil Tuman’ın verdiği kaynaklar tetkik edilmesine rağmen maalesef bu bilginin başka bir kaynakta tekrarı tespit edilememiştir. Yalnız Hüseyin Efendi’nin “Eşrefzâde” neslinden gelmiş olabileceğini destekleyen dolaylı da olsa bir bilgi mevcuttur: Kutub Hüseyin Efendi, torunu Seyyid Abdülkerim Efendi (v. 1181/1767-68)’ye, Dâvut Paşa Camii yakınında olan ve Ördek Baba tekkesi olarak bilinen bir Eşrefî zâviyesinin şeyhliğini işâret etmiş, söz konusu tekkenin meşîhatı da Abdülkerim Efendi ile başlamıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki iki belgeye istinâd eden bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Adalet Çakır, age, s. 541-543. Buradan şöyle bir netice çıkarılabilir: Kādirîlikte yaygın bir gelenek olan evlâdiyet geleneğine göre post-nişînlerin umûmiyetle neseben de Kādirî oldukları bilinmektedir. Bu durumda Seyyid Abdülkerim Efendi’nin ve dolayısıyla Kutub Hüseyin Efendi’nin de Eşref-zâde ahfâdından olma ihtimalleri belirginlik kazanmaktadır. Böylece, Tuhfe-i Nâilî’de Hüseyin Efendi’nin sıfatı olarak zikredilen “Eşref-zâde” vurgusu da bir karşılık bulmaktadır. 19 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi le bir irtibat daha vardır: Muhtemel şârihlerden biri olarak tetkîk edilen Niyâzî-i Mısrî, Hüseyin Efendi’nin adıyla birlikte anılan Hacı Evhad tekkesinde bir hücrede bir müddet i’tikāfa girmiştir.42 Yâni Hüseyin Efendi’nin şerh ile değil de muâsırı olan diğer bir muhtemel şârih ile bir süre de olsa aynı tekkede bulunmuş oldukları bilinmektedir. Ancak görüşüp görüşmediklerine dâir bir kayıt mevcut değildir. Belki de bu râbıta, daha sonra yapılacak araştırmalara, bugün tamamlayıcı bilgilerden mahrum olduğumuz için tahmin yürütemeyeceğimiz türden bir katkıda bulunabilir. Hüseyin Efendi’den bahseden kaynaklar, onun âlim, zâhid ve müteşerri’ bir zât olduğuna vurgu yapmaktadırlar. Hacı Evhad zâviye şeyhliği yanında kürsü vâizliği vazîfesini de deruhte etmiş, son olarak Süleymâniye kürsü vâizliğine getirilmiştir.43 Bütün kaynaklarda tekrar edilen ve “Dervîş olan âşık gerek ol yolda hem sâbit gerek / Ahkâm-ı Kur’ân’a uyup hem sünnete râgıb gerek”44 beytiyle başlayan ilâhî, ondaki şerîat vurgusunu açıkça göstermektedir. Bir tek şiirden hareketle Hüseyin Efendi’nin tasavvufî görüşü hakkında hüküm vermek elbette isâbetli olmayacaktır. Ancak yine de şiire yansıyan din gayretinin, Hayrân şerhinin yazılma sebebi ve muhtevâsına yakın durduğunu söylemek yanlış olmaz. Yâni, Hüseyin Efendi’nin, şerhin müellifi olma ihtimâli göz önünde bulundurulmalıdır. b. Şerh Metninin Niyâzî-i Mısrî’ye Âidiyeti İhtimâli Muhtemel şârihlerden biri, Niyâzî-i Mısrî’dir. Yunus çizgisinde şiir söyleyen Mısrî, esâsen Eşrefoğlu’nun şiirlerine de yabancı değildir. Kendi el yazısıyla tertip ettiği iki mecmûaya seçerek kaydettiği şiirler arasında, Eşrefoğlu’nun şiirleri de vardır.45 Bir şâirin şiirlerini okumuş ve beğenmiş olmak, elbette şerh etmek için yeterli delil teşkil etmez. Mısrî gerçi 42 Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, V, 75: “Şeyh Elîf Efendi, Tenşîtu’l-Muhibbîn’de yazıyorlar ki, şeyhu’l-ârifîn kıdvetü’l-muhakkıkîn Hz. Şeyh Mısrî en-Niyâzî İstanbul’da, Yedikule civârında bir hücrede i’tikâf buyurmuşlardır. Bu hücre el-ân hüsn-i muhâfaza olunur. Burada bilâhare mesnevî-hân Hüsâmeddîn Efendi merhûm teberrüken oturmuştur.” 43 Şakaik-ı Nu’maniye, IV, 94. 44 “Terk eyleyip ser-keşliği isbât ede dervîşliği / İzhâr edüben merdliği hem kâmile tâlib gerek” için bk. Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, haz. Adnan İnce, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, 2005, s. 289. Ayrıca isminin yer aldığı “Seyyîd Hüseyin-i derd-mend bu yolda olsun serd-mend” son mısrâ için bk. Tezkire-i Safâyî, haz. Pervin Çapan, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, 2005, s. 285; Şakaik-ı Nu’maniye, IV, 94. 45 Abdülbaki Gölpınarlı, “Niyâzî-i Mısrî”, Şarkiyat Mecmuası, VII, 1972, s. 204, 208. 20 Meliha YILDIRAN SARIKAYA şârihtir, Yunus’un iki şiirine şerh yazmıştır.46 Hayatı ve tasavvufî görüşleri üzerinde bir hayli akademik çalışma bulunan Mısrî’nin eserleri arasında, Hayrân şerhinden bahsedilmez.47 Oysa elimizde bulunan şerh nüshalarından ikisi, üstelik istinsah tarihi en eski olanı, Mısrî’ye izâfe edilmektedir. Şerh metninin başında, sebeb-i te’lif bölümünde şöyle bir açıklama yer almaktadır: “Ba’zı ihvân hayli mütevehhim olup şer’-i şerîfe muhâlifdür deyu çok güft u gû olmuşdur. Bu kasîdenin şer’a tatbîkın ve Eşref-zâde’nin kelâmının te’vîlin ricâ ederim.” Pek çok tasavvufî şiir şerhinde tesâdüf olunan bu kabil bir açıklama, kısaca “çevreden gelen ısrarlı talepler” şeklinde kalıplaştırılabilir. Belirtilen gerekçeye göre, müellife mürâcaatta bulunarak yukarıda alıntılanan cümleleri kuran kişi, “ihvân-ı bâ-safâdan bir azîz”dir; yâni şârihin değer verdiği bir kimsedir. Bu kişi aynı zamanda Eşrefoğlu’nun şiirine şüphe ile bakan ve şiirin şerîata muhâlif unsurlar taşıdığını düşünen bir zümrenin, yazılacak şerh ile susturulmasını istemektedir. Konu, sebeb-i te’lif bölümüne bu şekilde taşındığına göre, yâni şârih bu talebi dikkate alarak şerh yazmaya karar verdiğine göre, söz konusu “mütevehhim” yaklaşımı müsâmaha ile karşılıyor demektir. Doğrudan böyle olmasa bile, en azından Eşrefoğlu’nun şiiri hakkında olumsuz konuşan bir topluluğun âdetâ sözcülüğünü üstlenen bir dostuna az da olsa hak verdiği anlaşılmaktadır. Neticede şiirin şerîat dâiresinde olup olmadı- ğı konusunun hayli tartışıldığı anlaşılmaktadır.48 Burada sorulacak soru, bu tavrın muhtemel şârihlerden hangisine yakın durduğu olmalıdır. Daha doğru bir ifadeyle, dört isimden hangisi Eşrefoğlu hakkında ileri sürülen bu türden bir şüpheyi ciddîye alıp şerhe tevessül eder? Meselâ Niyâzî-i Mısrî, böyle bir itirazı hoş veya haklı görebilir mi? Bu suâlin cevâbını kesin olarak verebilmek elbette mümkün değildir. Zaten eski metinlere bu tür sorular yönelterek çözüm arayışına gitmek, bizde henüz yaygın olarak tatbik edilen bir metot değildir. 46 Yunus’un iki şiirini şerh etmiştir. Bk. Kenan Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Dîvânı, Ankara: Akçağ Yay., 1998, s. CLVIII-CLIX. 47 Sadece Kenan Erdoğan, “Niyâzî’ye Ait Olduğu Söylenen Diğer Eser ve Risâleler” başlığı altında, herhangi bir yorum yapmadan, Süleymaniye Kütüphânesi, Hacı Mahmud Efendi, nr. 3254’te kayıtlı nüshayı zikretmiştir. Bk. Niyâzî-i Mısrî Dîvânı, s. CLXI. 48 Burada dikkat çeken husus, şiir üzerindeki şüphelerden ziyâde üsluptur. Kasîde-i Hayrân’dan bahsettiği bir paragrafta Vassâf, aynı konuyu çok daha yüksek bir dil kullanarak şu cümlelerle ifâde etmektedir: “(…) Tamâmen tevhîd-i zât neş’esiyle söylenmiştir. İlm-i zâhir neş’esiyle tevfîk-i ma’nâda zorluk çekilir. Hz. Şeyh’in kemâlât-ı ârifânelerinin mertebe-i bülendine delâlet eder.” Bk. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, I, 102. 21 Bir Şerh Dört Şârih: Eşrefoğlu’nun Kasîde-i Hayrân Şiirinin Şerhleri ve Bu Şerhlerin Âidiyeti Meselesi Şerhe, muhtevâ açısından bakıldığında, muhtasar bir metin olması- na rağmen, beyitlerin genel olarak hangi tasavvufî yaklaşıma göre açıklandığı az çok anlaşılmaktadır. Meselâ, hemen ikinci beyitte yer alan; “Gözüm her kande kim baksa görünür sûret-i Rahmân” mısrâını şârih, “Hazret-i Rahmân sûretden münezzehdir; ya’nî sûret-i rahmet-i Rahmân’ı müşâhade ederim” cümlesiyle te’vîl etmeyi tercih etmiştir. Şârihin, Rahmân’ın tecellîsine dâir tasavvurunu göstermesi bakımından temsil de- ğeri olan bu cümle, aynı zamanda şerhe hâkim olan tasavvufî anlayışı da yansıtmaktadır. Oysa Niyâzî-i Mısrî, söz konusu mısrâı böyle bir tevcîh ile şerh etmek bir yana, bizâtihî benzer beyitler söylemiş bir sûfî şâirdir. Birkaç örnek vermek gerekirse; Hakk’ı istersen yüri insâna bak Şems-i zât yüzinde rahşân eylemiş Hak yüzi insân yüzinden görinür Zât-ı Rahmân şeklin insân eylemiş49 beyitlerinde Mısrî, Eşrefoğlu’nun mısrâını biraz daha tahsîs ederek, Rahmân’ın insan yüzünde tecellî ettiğini söylemektedir. Aynı yaklaşımı görmek bakımından, Âdem’ün vechinde Hakk’ı görmedi İblis la’în Sûretâ gördi ki bir �

İsmail EMRE'NİN DOĞUŞLARI Kitap: 2           SAYI:  731 - 740 Ne tatlıdır bu âhımız, Bâhşeyledi Allahımız; Bizde mekânını kurdu, T...